Neredeyse bir haftadan beri İsveçteyim. Bu ilk gelişim değil ama bu kez biraz daha rahat bir temponun içinde olduğum, daha fazla boş zaman bulabildiğim için  tamamını olmasa bile

yakın bölümlerini rahat rahat gezme ve gözlemleme olanağını bulabildim.
 
Ülkede her şey çok güzel ve çok düzenli. İnsanlar birbirine,  devleti yönetme sorumluluğunu üstlenmiş olan hükümet de insanlara saygılı.  Müthiş bir özgürlük ortamı yaratılmış. Ama herkes bunca özgürlük içinde  sınırlarının bir diğerinin sınırının başladığı yerde bittiğini tamamen anlamış. Buna devlet de dahil.
 
Gezdiğim iki kent olan Stockholm ve Göteborgda sokaklar öylesine temiz ki; hani bizim tabirimizle “ Bal dök yala “.  Sokağa çöp, izmarit Vb. atan olmadığı gibi, tüküren, sümküren, sokağa işeyen tek kişiye dahi rastlamadım. Tıpkı biz…!
 
Burada  “ Nefes  alma hakkı “ diye birşey var. Herkesin evinden çıktıktan sonra en fazla 5 dakika içinde yürüyüş yapabileceği bir  “ ormanlık alan ”’a ulaşabilmesi olarak ifade edebileceğim bu hakkın gerçekleştirilmesi için hükümet olağanüstü duyarlılık gösteriyor. Gerçekten,  evden çıkar çıkmaz birkaç dakika içinde yemyeşil bir ormana ulaşıyorsunuz. Dikkatinizi çekerim  sadece Yeşil alan demiyorum. Ormanlık alan dan bahsediyorum. Genci yaşlısı bu ormanlardaki patikalarda  sürekli yürüyor.
 
Dün arkadaşlara bir mail attım. Dedim ki TOKİ henüz buraları keşfetmemiş… Yada TOKİ dikine değil de yatay şehirleşmeyi, şehirlerin içinde  ne bileyim, Londradaki Hyde Park gibi, New Yorktaki Central park  gibi  çok büyük yeşil alanlar bırakmanın, semtlerde de öyle göstermelik küçücük parklar değil   ciddi büyüklükte  yeşil alanlar yaratmanın insanlar ,için  ne denli önemli olduğunun farkına varamamış  dedim. sorduğunuzda kentin il sınırları içindeki dağları da hesaba katıp bizde de yeşil alanlar var diyorlar. Öyle değil. Kentin içinde kişi başına düşen yeşil alandan sözediyorum.
 
Stockholm - Göteborg arası yaklaşık 450 Km. Arabayla geçtiğim bu yol boyunca sağlı sollu orman içinde yol alıyorsunuz. Kasabalara yakın yerlerde yemyeşil tarlalar var. Ormanın derinliklerine azıcık daldığınızda sizi inanılmaz güzellikteki göller karşılıyor. Göllerin kıyıları bizdeki gibi beton yığını sitelerle doldurulmamış. Tek tük, ama birbirinden güzel ve zevkli villalar gölleri süslüyor. Zaten ülkenin dörbir yanında binlerce göl var. Denizlerin, göllerin kıyılarını, güzelim yaylaları betonlamak bize mahsus. Onlar koruyor.
 
Bu yolculukla ilgili ikinci sözüm de bizim karayollarını yaptıran ve denetleyenlere. Bu 450 km boyunca ne bir laka’ya düştüm, nede kullandığım araç  bir kez olsun sarsıldı. Bunca zor, yılın 8 ayı kar ve buz içindekl bu  coğrafyada bile böylesi düzgün imalat yapılabiliyorsa,  bizde neden yollar dalgalı deniz gibi yapılıyor, yada yapıldıktan kısa süre sonra vasfını kaybediyor anlamak mümkün değil.
 
Herkesin yasalara saygılı, yasaların da herkese saygılı olduğunu, yürüyüşlerde karşılaşan insanların birbirini tanısın tanımasın birbirine  Hej ( merhaba ) dediğini, araçların yaya geçidinden geçenlere mutlaka yol verdiğini, sosyal hizmetlerin bedava ve yaygın olduğunu, çeşme suyunun içildiğini, bizde olmayan daha onlarca güzel şeyi ayrıca yazmaya gerek varmı bilmem. Dedim ya  onlar  bir başka dünyanın insanları.