Taşı, çamuru biçimleyen, tinsellikle dokuyan, yontuya çeviren emek eli öpülesidir.
Kalemi, fırçası, boyası, rengi, tuvaliyle görselliği yaşama yansıtan ressamın tablosunu izlerken, yorumlar çoğaltırım içimde, gönenirim.
Kemanın, piyanonun, sazın, gitarın, kanunun, tamburun tellerine dokunan parmaklara özenle, sevgiyle dokunasım gelir.
Ney, mızıka, trompet, klarnet, saksafon, fagot, tuba... Soluğun, üflemenin büyülü sesleri çağrışımlar yaratır gönlümde.
Perdenin beyazlığından sinemayı yücelten, tiyatroda sahnenin tozunu attıran oyuncular aklımdan çıkar mı hiç…
Şiir olmasaydı nasıl olurdu dünya diye düşünürüm. Oktay Rifat’ın ünlü sözleri gelir usuma: “Şiir olmasaydı, yaşama dediğimiz oluşum çarklarından birisi eksilirdi. Belki kıyamet kopmazdı ama insanlar sevişemez, öpüşemez, beğenemez, yarınların yeni düzenine şiirli dünyanın hızıyla kavuşamazdı.” (Yeditepe Dergisi, 1959)
Kuşkusuz özü sanattır hepsinin; yaşamın birleştirici, özgürleştirici gücü olan sanat... İnsanı çağdaş düşünmeye, aydınlanmaya, barışa, sevgi çoğaltmaya çağıran sanat…
Evet, sanat; çünkü o kinden, kandan, nefretten, ırkçı, şoven algıdan, söylemden beslenmez. Sanatın yıkıcı, yok edici, öldürücü olması aklın ucuna bile gelmez!
Tam yeri yazar Adnan Binyazar’ın sözlerini anmanın: “Taş taştır, ama Rodin’de heykeldir. Renk renktir, doğada uyumlu bir biçimde vardır, ama Van Gogh’ta renk resimdir. Ses, tüm doğada kesintisiz olarak vardır, ama ses, Beethoven’de müziktir. Sanatçının öbür insanlardan ayrılması, sese, taşa, renge, söze egemen olmasından ötürüdür.” (Toplum ve Edebiyat Çağdaş Y. 1997)
Araştırmacı, düşünür, çevirmen Akşit Göktürk’ün vurguladığı gibi sanat “kimi toplumlarda ortaya çıkan, kalıplaşmış tekdüze yaşama biçiminin karşıtıdır.” Onun için sanatın değiştirici, dönüştürücü, ufuk açıcı özelliğini gözden ırak tutmak ne mümkün…
Yazıya, çiziye, resme, yontuya, ezgiye, şiire, sese, söze engel olmanın, yasak koymanın, karşı durmanın, yıkmanın açıklaması ne olabilir?
Tüm sanat ürünlerini yaşama geçiren, insana sunan, sanatçının özgür yaratıcılığı, evrensel duyarlığı değil midir?
Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin kundaklanması, yakılmak istenmesi nasıl yoz, aymaz, kindar anlayışın ürünüdür!
Bunca yıl geçmesine karşın, Sivas’taki yangını, sanatçıların kıyımını belleklerimizden silip atmanın olanağı var mı?
Son çıkan kararnamede piyanist İbrahim Yazıcı’nın Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ilişkisinin kesilmesinin altında yatan nedeni sorgulamak, yorumlamak için bilge olmaya gerek yok elbet!
Ankara Devlet Konservatuvarı öğretim görevlisi piyanist Dengin Ceyhan’ın bileğine kelepçe takmak sanata, sanatçıya duyulan saygıdan, sevgiden kaynaklanmıyor herhalde!
Geçtiğimiz aylarda İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu’ndan Ragıp Yavuz, Kemal Kocatürk, Sevinç Erbulak’ı görevden uzaklaştıran anlayışın ne olduğunu merak etmiyoruz bile!
Devletin, siyasal erkin sanata, sanatçıya bakışında dostluk, güven, saygı, sevgi eksiktir her zaman. Sanatçı tarihin hemen her döneminde itilmiş, kakılmış, yasaklanmış, sürgün edilmiş, hapse atılmış, kelepçe vurulmuş!...
İstenmiş ki sanatçı erk karşısında boyun eğsin, verili olanı savunsun, yalakalık etsin, dalkavuk olsun. O zaman beri gelsin şair Nedim’in şanlı Lale Devri şenlikleri…
Ne ki sanat özünde muhaliftir; sanatçı küflü geleneklere, baskıya, dayatmaya, darbelere, zorbalara karşıdır.
Sanatçı özgür istence, aydınlanma savaşımına, düş tutmaya, gelecek biriktirmeye, umut çoğaltmaya, yaşamı savunmaya zorunludur.
Sanata saygıyı, sevgiyi, güveni, desteği eksiltmeyelim; sanatı, sanatçıyı sevelim her zaman.