Olup bitenler kaygı verici. Dünya genelinde yarım milyona yaklaşan can kaybı ve pandemi nedeniyle patlayan ekonomik krizin yanı sıra, çevre katliamında ve siyasetin kirlenmesinde yükseliş hız kesmiyor. Irkçılık, ayrımcılık, eşitsizlik, yolsuzluk, baskı, yoksulluk ve açlık, kapitalist sömürü düzeninin doğal sonucu olarak, milyarlarca insanın hayatını etkiliyor. Korona virüs salgınının dünyada en çok yoksul kesimleri etkilemesi bunun en tipik göstergesi. Otoriter eğilimler, tüm siyasal rejimlerin belirgin özelliği haline geliyor. Ülkemizde de, tarih boyunca devlet şiddeti eksik olmadı. ‘Faili meçhul’ cinayetler, ‘Kanlı Pazar’lar, emperyalizmin kirli oyunları sürüp geldi. Günümüzde de devam ediyor. Sanal ortamdaki saldırılardan (son örnek: Başak Demirtaş’a yapılan saldırı), silahlı saldırılara (son örnek: daha dün İzmir Gaziemir’de İnsan Hakları Federasyonu Başkanı’nın aracına yapılan silahlı saldırı) maruz kalıyor insan hakları savunucuları.

Elbette, bu saldırılar yanıtsız kalmadı. Başta Mustafa Kemal’in öncülüğündeki Kurtuluş Savaşı, dünyanın tüm bağımsızlık savaşları emperyalizme karşı direnişin zaferleri olarak tarihe geçti. 2. Dünya Savaşı'nda Faşist Alman ordusunun saldırılarına direnen Rus halkının Stalingrad Savunması’ndan, Kübalı devrimcilerin ABD’nin Domuzlar Körfezi saldırısına karşı verdikleri ve zaferle sonuçlanan mücadeleye, 1 Mayıs 1977 yılı Taksim katliamının yıldönümünde gerçekleşen 1 Mayıs Mitingi’nden, ‘Gezi/Haziran Direnişi’ne, Fransa’da 68 Mayısı’ndan ‘Sarı yelekliler’in ayaklanmasına, ABD’de Vietnam karşıtı protestolardan Floyd’un polis şiddeti ile can vermesi sonucu siyahların ve tüm insan hakları savunucularının başlattığı ve dünyanın dört bir yanına yayılan protestolara, emperyalizm ve ırkçılığa karşı verilen mücadelede nice etap kaydedildi.

Hafta başında, ülkemiz demokrasi tarihinin iki önemli olayının yıldönümünü andık. DİSK’in 15- 16 Haziran İşçi yürüyüşü ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun 15 Haziran 2017 ‘de Ankara’da başlattığı, 25 gün süren ve İstanbul’da görkemli bir Adalet Mitingi ile sonlanan ‘Adalet Yürüyüşü’… Şimdi de, HDP’nin ‘Darbeye Karşı Demokrasi Yürüyüşü’ tüm engellemelere karşın sürüyor. Direnişlerin tarihinde ‘Yürüyüş’lerin simgesel bir önemi vardır. Gandhi’nin Tuz Yürüyüşü, Mao Zedong’un ‘Uzun Yürüyüş’ü, Martin Luther King Jr. ve arkadaşlarının siyahları oy hakkını savunmak için Selma’dan Montgomery’ye yaptıkları yürüyüş…

Sanat dünyası, duyarsız kalmadı bu olaylara. Sinemadan tiyatroya, müzikten görsel sanatlara pek çok ürün verildi. Amerikan sinemasının ilk yıllarında ırkçılığı savunan filmler yapılsa da, sonraları Alan Parker’ın “Missisipi Yanıyor”undan Ava DuVernay’ın “Özgürlük Yürüyüşü / Selma”sına yüzlerce film yapıldı. Avrupa sinemalarında da ırkçılık, sömürü, devlet terörü temaları sıkça işlendi. Costa Gavras “Z”, “İtiraf”, “Sıkı Yönetim” gibi filmlerinde faşizmi lanetlerken, Justin Chadwick “Mandela: Özgürlüğe Giden Uzun Yol”unda Güney Afrika’da ırk ayrımına karşı verilen mücadeleyi, Andrzej Wajda “Mermer Adam” ve “Demir Adam”da rejim baskısını beyazperdeye yansıttılar.

Ülkemizde, 1977 Sonbaharı’nda sinemacıların sansüre karşı İstanbul’dan Ankara’ya yaptıkları Sinema Emekçilerinin Yürüyüşü, dünyaya örnek olan bir yürüyüştü. Genç yönetmen Deniz Yeşil, ”Yollara Düştük” adıyla bu yürüyüşün belgeselini yaptı. 1988 yılında, İstanbul 7. Uluslararası İstanbul Film Festivali’nin bazı filmlerin sansür tarafından yasaklanması üzerine, sinemacıların ve sinemaseverlerin Beyoğlu’nda yaptıkları Sansürü Protesto Yürüyüşü ve Emek Sineması’nı savunmak için yapılan gösteriler de sinemamızın yüz akı olaylar arasındadır. Sinemamızda politik temalara değinen filmlerin sayısı fazla değil ne yazık ki. Yılmaz Güney’in “Duvar”, Yusuf Kurçenli’nin “Karatma Geceleri”, Zeki Ökten’in “Ses”, Atıf Yılmaz’ın “Eylül Fırtınası”, Handan İpekçi’nin “Küçük Adam Büyük Aşk”, Zülfü Livaneli’nin “Sis”, Erden Kıral’ın “Av Zamanı”, Hüseyin Karabey, Ezel Akay, Sırrı Süreyya Önder, Barış Pirhasan’ın “F Tipi Film”, Kazım Öz’ün “Zer”, Mahmut Fazıl Coşkun’un “Anons”, Emin Alper’in “Tepenin Ardı”, “Abluka” filmleri ilk akla gelenler. Şu sıralar, sanal ortamda gösterilen İstanbul Uluslararası Film Festivali filmlerinde de, dünya hallerinin beyaz perdeye yansımasının güzel örneklerini izliyoruz. Kaçırmamanızı öneririm.