Atatürk tarafından 1927 yılında altı günde okunan önemli ve anlamlı sesleniştir Söylev.
Yazı Devrimi (harf devrimi) 1928’de yaşama geçer. Türk dili alanındaki çalışmaları yönlendirecek ana program 26 Eylül-6 Ekim 1932 tarihleri arasında toplanan 1. Türk Dil Kurultayı’ndan sonra hazırlanır.
İşte bu üç önemli, anlamlı olayın yıl dönümleri İzmir’de, Ankara’da, İstanbul’da, Bursa’da, Bodrum’da çeşitli izlencelerle kutlanıyor.
Dil Derneği Genel Başkanı Sevgi Özel günler öncesinden kutlamayla ilgili yazılı bir açıklama yapmıştı. “Ülkemizin ağır gündem(ler)le sarsıntı, savrulma içinde olduğu bir dönemde bütün yurttaşların, öncelikle kadınların laik cumhuriyetle kazanılmış haklarını yitirme, çocukların çağdışı eğitim dayatmasıyla kuşatıldığı, ortak dilimiz Türkçenin yara aldığı bir ortamda Dil Devrimi'nin 85'inci yılına eriştik.”
Dil, insana kimlik kazandıran, onu anlamlı, erdemli kılan, çoğaltan, donatan, saygınlaştıran önemli olgudur. Kuşkusuz insanoğlunu öteki canlılardan ayıran en belirgin yanı yine dilidir. Hiç kimse dilden ayrı olamaz. Yaşamımız boyunca çevremizle konuşmak, iletişim kurmak zorundayız; bunu da ancak dilimizle sağlayabiliriz.
Dilimize sahip çıkmak, anlaşılır kılmak, özenle kullanmak, korumak, varsıllaştırmak, yazarlar, şairler, düşün insanları için öncelikli görev olmalı diye düşünürüm.
Bilge insan, dil devrimine, Türkçeye yaşamını adayan Ömer Asım Aksoy’un bu bağlamda vurguladığı sözlerini yinelemek isterim: “Dil devriminin gelişmesini geciktiren etkenlerden biri de kimi yazarlarımızın ‘dil kaygısı’ çekmemeleri, dilin özleşmesine karşı ilgisiz bulunmalarıdır. Bunlar, anlatımı Türkçeleştirmeyi, yabancı sözler yerine Türkçelerini kullanmayı iş edinmemekte, konuyu umursamamaktadırlar.” (Gelişen ve Özleşen Dilimiz, TDK y. 1968)
Konu dil olunca, Türkçe olunca yazı yazmak, kalem oynatmak sanıldığınca kolay değil, biliyorum. Bu bağlamda bilgiçlik taslamak da benim işim değil.
Arı, duru sözcüklerimizi şiirimde, yazımda kullanmanın yüce tadına varıyorum her zaman. Karşılıkları varken ağdalı, yavan, batı ya da doğu kaynaklı sözcüklerin kullanılması, doğrusu ya içimi acıtıyor.
Kişiyi ayrıcalıklı kılacakmış gibi bu sözcükleri kullananlar da rahatsız ediyor beni. Arapça, Farsça düşkünlerine, batı öykünmeci ve özenticilere içerliyorum. Onlara dil bağnazları, aymazları diyesim geliyor.
Sevgiye, dostluğa, özgürlüğe, erdeme, saygıya, çağdaşlığa denk düşen dil için, Türkçe için aydınlanmaya inanan, yazan, yapıtlar üreten, gazetelerde yazan, öğreten, öğrenen herkesin görev üstlenmesi, sorumluluk alması bir ödev, görev olmalı.
Gazete haberlerinde, kimi köşe yazılarında, ülkeyi yönetenlerin demeç ve konuşmalarında, sanal ortamda dil bozukluklarına, yanlış kullanımlara rastlayınca üzülmemek olası mı?
Televizyon haberlerinde, izlencelerinde bay-bayan sunucuların kullanım yanlışlarını duymanın da ne denli rahatsızlık verdiğini söylemeye gerek var mı?
Türkçe karşılıkları varken, jenerasyon, performans, motivasyon, koordinasyon, rekreasyon, kominikasyon, bilmukabele, umumi, namütenahi, elzem, ehemmiyet, muhteva, kreasyon, absürt, ambiyans, izolasyon, konsensus, provokasyon gibi daha nice doğu ve batı kaynaklı sözcüğü kullanımda tutmanın ne anlamı var ki…
Dilimize özen göstermek, saygın, seçkin konumda geliştirmek, Türkçeyi doğru kullanmak, ses bayrağı yapmak görevimiz, sorumlu vatandaşlık ödevimiz olmalı değil mi?
Rıfat Ilgaz sesiyle, diliyle, sevgisiyle bir kez daha ünleyelim:
“Bak, devrim ne güzel! / Barış, ne güzel! / Dayanışma, özgürlük… / Hele bağımsızlık! / En güzeli, sevgi! / Sev Türkçeni, çocuğum, / Dilini sevenleri sev!”