Her canlı türü -belki cansızlar da- kendine özgü bir iletişim yolu ve yöntemine sahip. İnsanoğlunun temel iletişim aracına “dil” deniyor. Beden dili, konuşma dili, yazı gibi alt türleri var. Uzmanların hatırı sayılır bölümü, dillerin birer uydurma olduğunu söylemekte. Yaşam koşulları, doğal ve kültürel birikimler, kullanılan dilin evrimsel ve devrimsel dönemeçleri vb. o dili özel ve o topluma özgü kılıyor. İklim sertleştikçe dil de sert vurgulara sahip oluyor örneğin. Kar boran altında uzun uzun lak lak yapma şansı olmayan bir Eskimo’nun kısa ve sert sözcükler kullanması, sesini duyurma ve meramını en kısa yoldan anlatma ihtiyacının eseri. “Arabın yalellisi” deyimi de, herhalde bu belirlemeyle değerlendirilebilir. Bir Akdeniz delişmeni İtalyan ile kutup ağırlığındaki bir İsveçlinin konuşmasına tanık olmak, kim bilir ne hoş bir anıya dönüşürdü. O kadar uzağa gitmeye gerek yok, bir Kars köylüsü ile bir Muğla köylüsünün konuşmasını dinlemek bile yeter aslında.
İşin bir de, konuşmanın yetişemediği haller için bulunan ve kullanılan yöntemler bölümü var. Okumuşsunuzdur, Karadeniz’in derin vadilerine, tepelerine nefes yetiştirmek mümkün olmadığı için, birbirleriyle “Kuş Ötüşü” yöntemiyle iletişim kuran insanlarımız var. “Yaşayan Kültür Mirası” olarak kabul edilmek için, UNESCO’ya başvurdular. Kesinlikle kabul edilmelerini bekliyor ve destekliyorum. Yine ve örneğin, eğer bir yeryüzü efsanesi değilse, Kızılderililerin “duman işareti” ile buldukları iletişim ve dil çözümüne tanık olmak, hatta öğrenmek isterdim.
Konu ilginç, ama dağıtmayalım. Diyeceğimiz, her dil ve iletişim yöntemi, insanidir ve çok saygındır, saygı gösterilmesi gerekir. Bunu bir gericiden ya da yobazdan beklemek mümkün değildir. Çünkü daha kendi dilinin neden ve nasıl “öyle” olduğunu bilmekten aciz bir yaratıktan, başka dillere saygı beslemesi beklenemez. Gündelik konuşması yirmi sözcükten öteye geçemediği halde, rezil ırkçı ve şoven şişinmelerinde, habire diliyle övünmesi bir tarafa; başı her sıkıştığında ağzına ve bedenine yapışmış “şiddet dili”ne sığınan bir zavallıdan daha ne bekleyebilirsiniz? Bunlara, derdini anlatması için on binlerce sözcük olan dilden çok, kadın başta olmak üzere insani olan her şeyi aşağılayan “küfür”den medet uman aşağılık ruhluları da ekleyiniz. Yüreğine, beynine ve kendine güvenemediğinden, bunu insan gibi anlatamadığından, ne kadar “mert adam” olduğunu “Anam avradım olsun” gibisinden bir manyaklıkla açıklamaya çalışan bir yalak kafalıya, bütün bunları anlatabilmek, sizce olası mıdır? Bir de işin bambaşka bir boyutu var. Bu boyut, bugün ülkemizin vahim bir gerçeğidir.
Aynı dili konuşmanız, aynı şeylerden ve aynı mantıkla söz ettiğiniz anlamına gelmez. Bunda ısrar etmek, sizi hayatı süzme yeteneğinden ve elbette duruşunuzdan uzaklaştırır, savurur, algı yeteneğinizi aşındırır. Örneğin, “Diyanet fetvasını, Anayasa ile tartışmak olanaksızdır” mealindeki bir beyan karşısında, siz hala Anayasaya davet ve çağdaş hukuka saygı tümceleri kuramazsınız. Doğrudur, kuşkusuz ikinizin de kullandığı dil, öyle ya da böyle Türkçedir. Ama bir dilin kullanımı, sözcük dağarınız ve yazım donanımınız kadar, dünya görüşünüze ve algınıza da bağlıdır.
Yine örneğin, “Değerler” sözünü siz de muhatabınız da kullanıyor diye, ortak bir noktada buluştuğunuzu ve aynı şeyden söz ettiğinizi sanamazsınız. O şeriattan ve değerlerinden söz ederken, siz çağdaş ve laik bir söylemde buluştuk diye sevinirseniz, bunun dilinizdeki karşılığı saflık ya da aymazlıktır. Hatta işi daha da ileriye götürüp, örneğin “Hesap” sözcüğünü 12 Eylül’den çok “parantez” diye niteledikleri Cumhuriyet’ten tahsilat için kullandıklarını anladığınızda, “Yetmez ama Evet” mahcubiyetiyle, akillikten sakilliğe düşmenin utancıyla, bir köşeye atılmanın ezikliğiyle baş başa kalıverirsiniz.
Muhatabınız “dil birliği” sandığınız şeyi, yaşadığı cenaha bir mevzi, bir basamak, bir merhale daha kazandırmak için kullanmışken; siz dili de, duruşu da, savunuyorum sandığınız değerleri de yitirirsiniz. Olan ülkenize olur. Dil nasılsa öğrenilir, hele ki Türkçe bizim anne sütümüzdür. Ama siz işe önce dünya görüşünüzle başlayın. Kim bilir bunları kaç kez yazacağız?