Canımız yanıyor, içimiz kan ağlıyor. Öfkemiz kabarıyor. Gönlümüz isyanda. Hepimiz “yıkık kentler” gibiyiz. Günlerdir televizyonlarda bu yıkımı, kıyımı izliyoruz! Yıkımın altından kurtarılan insan görüntüleri bir başka göz yaşına, sevince evriliyor. Öte yandan bu çağda, bu teknik donanım olanaklarıyla, örgütlü, eşgüdümlü biçimde ulaşmakta geç kalmanın boyutlarını düşündükçe öfkemiz daha bir artıyor.

***

Bir yanı Antepli, bir yanı Kilisli hemşerim, dostum Okan Yüksel çığlık çığlığaydı!   (9 Eylül  Gazetesi, 11 Şubat 2023).

“Afeti yaşıyor, felaketi yaşıyor günlerdir Türkiye. Yediğim, içtiğim gitmiyor boğazımdan, kalbim hep üşüyor o enkaz altındaki canları düşündükçe. Şu günlerde ciddi sağlık sorunları yaşamasan; yaşıma başıma bakmadan koşacağım bölgeye. Ne geliyorsa elimden, çabalayacağım...”

Bu satırları okurken, benim de gözlerim nemlendi. Koca Kilisli, koca Antepli sevgili Okan’ın, bu devrimci ve toplumcu duyarlığına, çığlığına katılmamak olası mı?

***

Antep (Oğuzeli) doğduğum, büyüdüğüm, çocukluk, gençlik yıllarımı yaşadığım kent. Geçmişte Gaziantep’in  ilçesi olan Kilis babamın, annemin memleketi. Ortaokullu yıllarımın geçtiği Ceyhan’dan Adana’ya ne çok gidip gelmişliğim vardır. Lise öğrencilik yıllarımı 1963-66 arası Urfa’da yaşadım. Sokakları anılarımla dolu. Diyarbakır’da TRT’de 3 yıl habercilik görevi yaptım. 1975 Lice depremini yaşadım, dostlar ve anılar biriktirdim. Malatya’ya, Adıyaman’a TRT’de görev yaptığım sürece çok gittim, kaldım, haber görüntülerine imza attım.       

Ah bir de Hatay’a yolumu düşürseydim! O “kadim” kenti yaşayamadım diye yanarım! Baldızım Ülkü’nün damadı Zafer Kara, günlerce babasını annesini, kardeşlerini canlı kurtarmak için çabaladı, bir bölümünü kurtardı; ancak bir kız kardeşini ve eniştesini yitirdi. Maraş Antep’in komşusudur, oraya da ne yazık ki gitme olanağı bulamadım. Güneydoğulu 10 kent, yüzlerce ilçe, kasaba, belde, köy, kırsal alan… Tanımı, anlatımı olanaksız yürek vurgunu.

***

Toplumsal dayanışmanın, halkça paylaşmanın, destek olmanın, evrensel duyarlığın tam zamanı. Bunun örneklerini de  bu depremde gördük, duygulandık, alkışladık. Ancak kamusal düzensizliğin, özensizliğin, eşgüdüm eksikliğinin, siyasal erk beceriksizliğinin, çekincesinin görüntülerini izlemek de içimizi bir kez daha kararttı! Bunun bir doğa vurgunu olduğunu biliyoruz. Ne ki bunu yazgıya bağıtlamanın ilkelliğini de… Her işi Allahtan deyip kolaycılığa kaçarsak, vay halimize!? Sorunları bilimsel biçimde, bilinçle, sorumlulukla, eşgüdümle çözmek varken, “tekbir”le depremi önlemenin olanaksızlığını anlamamak, görmemek çağdışılık değil mi?! Deprem için söylenecek söz bitmez; ama söylemlere değil artık eylemlere, ivedi çözümlere gereksinimi var ülkemizin, insanlarımızın.      

Yine şiir geliyor aklıma, şairin sezgisi, toplumsal duyarlığı, söylemiyle. Nâzım diyorum, “Kara Haber” şiirine gidiyorum:

Yayıkta yağ vardı, dövülemedi, / akpeynir torbaya koyulamadı, / hasret gitti ölüler  / dünyaya doyulamadı... / Uyanıp kaçamadılar,  / kuş olup uçamadılar,  / açıldı kuyular kimse inemez.  / Erzincan Beygiri rahvandır amma  / ölüler ata binemez  /   yan yana sırtüstü yatan ölüler...”

***

Can Yücel’e  de düşsün yolumuz; onun “Sizmografi” şiirine: “Dünya öküzün boynuzları üstünde dururmuş, / Her kıpırdayışında öküz, deprem olurmuş… / Oysa dünya, halkların omzu üstünde durur / Kıpırdasın da gör!”