1 Kasım 1922’de lağvedilmesine kadar, 719 yıl boyunca bir ailenin egemenliğinde yaşamanın toplumsal genlere yansımasını, olaylar ve olgular üstünden sık sık irdeliyoruz. Bu konuda ciddi ve bilimsel yayınlar, okunmayı bekliyor. Şaşaadan fetrete, “hasta adam”lıktan çöküşe, dünya tarihinde önemli bir süreçtir. Yadsınamaz, değersizleştirilemeyeceği gibi, yeniden diriltme beyhudeliğinde çırpınmanın âlemi de yoktur. Türkiye Cumhuriyeti, zihniyet, örgütlenme ve devrimsel dönüşümlerle, o çizgiyi net biçimde çizmiştir. Osmanlı İmparatorluğu, doğru okunması gereken, benzer hataların yaşanmaması için her türlü kanıta ve belgeye haiz bir tarihsel dönemdir. Yine herkesçe bilinir ki, tarih geriye akışı olmayan, gerekleri ıskalanırsa sana ne olacağını umursamadan akan, devasa bir insanlık nehridir. “Aynı suda iki kere yıkanılmaz” diyen kadim filozof, laf ola beri gele konuşmamıştır.
Sayın Erdoğan ile Bahçeli’nin ve kadroları ile tedarikçilerinin anlayamadıkları, iktidar oldukları günden beri zorlayıp, ne yaparlarsa yapsınlar karşılaştıkları gerçek budur. İktidara geldiklerinden beri, bir Cumhurbaşkanlığı seçimi, iki genel seçim, bir referandum sonuçlarının yanında, yobazlar içinden bir yobaz çetenin darbe girişimini püskürtmenin bahar havasından bir türlü hoşnut olmamalarının, şimdi de önümüze koydukları Cumhurbaşkanlığı ve erken genel seçimin gerekçesi budur. Başarılıysanız neden erken seçim, başarısızsanız sizi niye seçelim? Bunca iktidar saadetine sahipken, medyasından üniversitesine ayıklanmış gül bahçesinde dolaşırken, KHK’sından OHAL’ine her türlü önlem mekanizması çalışırken, durduk yerde böyle bir soruyla muhatap olmanın, başka bir açıklaması olası mıdır?
Bu soru, yandaşlığın zıvanasından çıkmış düdüklerin, “parantez” olarak niteledikleri Türkiye Cumhuriyeti’ni “dönüştürmek” olarak yanıtlanabilir mi? Evet, çünkü iş dil sürçmesini hayli geride bırakmıştır. Ancak pürüz şudur ki, yerine ne getirileceği bir türlü söylenememekte, vaziyet “Cumhurbaşkanlığı Sistemi” gibisinden gayet muğlak adlandırmalarla geçiştirilmekte, habire bir “Dava”dan söz edilmektedir. Çığrından çıkmışların kimileri “Şeriat isterüz!” diyerek, kimileri de Osmanlıya özlem olarak niteleyerek, sanırız ki en çok Erdoğan ile ekibini, başta Bahçeli olmak üzere tedarikçilerini, hayli zor duruma düşürmektedir. Siyasal liderler olarak, “Dava”dan ne kast ettiklerinin, Erdoğan ve Bahçeli tarafından net olarak açıklanması gerekmektedir. Bu açıklamanın, dillerinden düşürmedikleri “demokrasi” ile bağlantı kurularak yapılmasında, son derece yarar bulunmaktadır. Demokrasinin en önemli göstergelerinden biri olan “Seçim”i önümüze koyduklarına göre, biz sade yurttaşlar bir yana, destekçilerinin bunu öğrenmeye hakkı yok mudur? Bir de acaba “demokrasi”den ne anlaşıldığı da, bu açıklamaya bilgi notu olarak eklenebilir mi?
Şimdi üç adım geriye çekilip, bu özetin gerekçelerine bakmakta yarar bulunmaktadır. Emperyalizmin dünyanın başına açtığı bin belaya, onun düşünce tedarikçisi olan liberalizmin açıklamaları artık yetmemektedir. Küresel bir fukaralaşmaya yol açan, bunun sözüm ona teknolojik oyuncaklar ve aşağılık bir propagandayla saklanacağını düşünen zihniyet, sefil ve acınası bir durumdadır. Bu durumun çaresizliği içinde, dünyayı kana ve kedere boğacak savaşlardan medet ummakta, bunun için de dinsel, etnik, ulusal değerleri birer dinamite dönüştürüp, bir birine düşman etmekten zerre kadar utanmamaktadır.
Bugün dünya, işte bu zavallılığın ve her ülkeye serpiştirilmiş temsilcilerinin entelektüel sığlığına, evrensel insanlık değerlerinden nasipsizliğine ve antidemokratik çırpınışlarına rağmen dönmeye çalışmaktadır. “Tarihin sonu geldi” diyen dangalak ile onu alkışlayan “globalizm” şaşkalozları, şimdi yarattıkları batağın içinden nasıl sıyrılacaklarının ve insanlık mahkemesinde ne diyeceklerinin paniği içindedir. Ekonomiden kültüre, dünyanın içine düştüğü bataklığın nedenleri ile coğrafyalara atananların fotoğrafı, tam da budur. Biz ona “yeni Ortaçağ” diyoruz. 24 Haziran seçimlerini bir de bu açıdan okumak, hepimizin görevidir. Haftaya sürdüreceğiz. “Ali topu tut” sığlığında yazamıyoruz, bağışlansın. Deniz’lere selam olsun!