Geçen hafta “Peki ya sanat?” demiş, bir iki yazı konuşacağımızı söylemiştik. Lakin yarın 19 Mayıs’tır. Saygı duruşumuzu ve 101. yıla dair düşüncelerimizi paylaşmayı erteleyemeyiz. Önce bir durum saptaması yapalım: Hepiniz aynı gemiciklerde olabilirsiniz. Bize gelince, 16 Mayıs 1919 İstanbul – 19 Mayıs 1919 Samsun yolculuğundan bugüne, hepimiz aynı vapurdayız.

“Hepimiz aynı vapurdayız” kelamını, ilk kez birkaç gün önce sosyal medya hesabımızda ettik ve şimdiden kabul görüp yaygınlaşmaya başlamıştır. Ancak temelsiz hamasete kurban gitmemesi adına, içinin doldurulması zorunludur.

***

Yeryüzüne musallat olmuş bir salgın kadar, savrulma, sulandırma ve gündem değiştirme çabalarının vites yükselttiği günlerden geçiyoruz. “Normale dönüş”, yoksa bu mudur? İşin ironisi bir yana, içinde bulunduğumuz süreçte, 19 Mayıs’ı doğru okuma ve konumlandırmak zorundayız. Bu iş de, içi boş nutuklarla ya da sakıza dönmüş teranelerle mümkün değildir. Öyleyse 101. yılında bu mucizeyi, gerçeğimiz ve geleceğimiz adına nasıl okumalıyız? Lafı dolandırmadan, düşüncelerimizi görüş ve değerlendirmelere sunalım.

19 Mayıs 1919’u 19 Mayıs 2020’de konuşmak, tarihsel bilgiyi ve bugünü net bir dünya görüşü ile değerlendirecek duruşu gerekli kılar. 16 Mayıs’ta o vapura “İstikamet Samsun!” diyen iradeyi belirleyen koşulları ve ardından gelen bilinçlenme, örgütlenme ve eyleme geçme sürecini bilmeden yapılacak her değerlendirme, laf-ü güzaftır.

***

Bunun için de, öyle olduydu, böyle olaydı, hım hım-kem küm kekemeliğine ve laf sarfiyatına gerek yoktur. Tarih okuması, bugüne kaygıyla ve geleceğe sorumlulukla bakmakla mümkündür. Toplumsal, ekonomik, sınıfsal bir perspektife sahip olunmadan, dün-bugün diyalektiği kurulamaz. İşte bu düşünsel işlemden sonra, saldım çayıra-Mevlam kayıra yaşayan şu garip coğrafyaya, dişe dokunur iki ”fikir” sunulabilir.

Böylelikle artık iyice cıvıklamış reddiye bataklığına inat, bilim, akıl ve tarih bilinciyle donanmış yurttaşlık duruşunun, hayat pratiğinde karşılık bulması kolaylaşır. Bu duruş, dayatılmış gündemlerin peşinde savrulmaktan, dedim ki dedi ki oyalanmalarında eşinmekten vaz geçip, asıl yapılması gerekeni düşünmenin, yarınlara dair tutarlı bir teklif ve temenni silsilesi oluşturmanın da ön koşuludur.

***

Dost acı söyler, kimse kusura bakmasın. Bu hercümerçten zevk alırcasına yırtınmanın ve hançere paralamanın, 19 Mayıs ruhuyla en küçük ilgisi yoktur. 19 Mayıs’ı yaratanlar, tespit-tahlil-tenkit lüksünden vaz geçenlerden oluşmaktadır ve kitaplarında “du bakali n’olcek” yazmamaktadır.

Dünya görüşünüz ve perspektifiniz yoksa sağlıklı bir 19 Mayıs okuması yapılamaz demiştik. Biz okumamızı şöyle yapıyoruz: “Kuvva ruhu, bu memleketteki sol değerlere esin ve cesaret vermiş, önsözünü yazmıştır.” Böyle bir okuma, örneğin Deniz Gezmiş’lerin 1 Kasım 1968’de Samsun’dan başlayıp 10 Kasım 1968’de Anıtkabir’de bitmesini düşündükleri ve baskıyla engellendikleri “Atatürk Yürüyüşü”nü anlamamızı kolaylaştırmakta ve onur duymamızı sağlamaktadır.

***

19 Mayıs’ta bize düşen, yobazı, sapığı, hastayı değil, onları yaratıp palazlandıran çarpıklığı görmek, laf yetiştiriyorum derken trolüne lafazanına alan açmamak, net ve sarih bir Türkçeyle asıl biz şimdi neyi, nasıl yapmalıyız?” sorusuna yanıt aramak ve bulmaktır.İtiversen faşist, kaktırıversen yobazlığın şarampollerine yuvarlanacak, zeka-algı-yorum savruklarına, “Siz neyi ve neden savunduğunuzu biliyor musunuz?” diye sorup, boy aynası tutmak gerekmektedir. Bu uğurda düşünce, bilgi, belge üretenlerin yoldaşı olmak, saygı duyup sahiplenmek, kaçınılmaz bir görevdir. Bunları yapamıyorsak, ilkokul 2 kompozisyon ödevine rahmet okutturan sıradanlıklar, bin yıldır aynı şeyleri söyleyen ve tarihi yavanlaştıranlar, bize yetiyor demektir.

Yarın evdeyiz. Sevdiklerimizle 19 Mayıs’ı kutlayacak, çocukların sorularına yanıt vereceğiz. Çocuklar böyle günleri sever, ben o yüzden söze şöyle başlayacağım: “Başöğretmenimiz, benim doğum günüm 19 Mayıs der. Gel önce “iyi ki doğdun Gazi Mustafa Kemal Atatürk” diyelim.