1453’ten beri Osmanlı devletinin değişmez ve daimi başkenti (470 yıl başkent) İstanbul’un (Darülhilafet), Atatürk tarafından Türkiye Cumhuriyetinin başkenti yapılmaması, hem Avrupalıların hem de saltanat ve hilafet yanlılarının eleştirilerine maruz kalmıştır

İstanbul yüzyıllardan beri idare merkezi, halifelerin makarrı, ticaret ve kültürün ana yeri, uluslararası nitelikte Asya ile Avrupa kıtalarının kesişme noktasında yer alan önemli bir kentti. Birçok kez düşmanların istila tehdidine maruz kalmış ama bu tehditleri başarıyla atlamış olan bir kentti. Böylesine İslam tarihinde önemli bir yere sahip olan bir kentin yerini Ankara’nın alması, Batılı tarihçiler ve modernleşme taraftarlarınca, yeni kurulan Türkiye’nin Osmanlı yer alan bu kasabanın ismi, genel olarak ifade edersek, hem Avrupa’da hem de Osmanlı dünyasında 1920’lerden önce çoğu kişi (diplomatlar gibi) tarafından bilinmiyordu. Bu olay, Batılı tarihçilerce, Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, ‘modernleşmenin ve uygarlaşmanın’ timsali olarak yorumlandı.

KOPUŞUN SİMGESİ

1947 doğumlu, Université de Besançon’da tarih profesörü olan Fransız tarihçi Jean-François Solnon, Türkçe’ye çevrilen kitabında, Ankara için, ‘geçmişi olmayan şehir’ tanımlaması yapar ve bu olayı yeni Türkiye’nin Osmanlı mirasından kopuşunun bir simgesi olarak kabul eder. Ankara ismini, Osmanlı Mebusan Meclisi milletvekilleri, Ankara’daki TBMM’ne geldiklerinde duyurmuşlardır. Ona göre, modernliğin göstergesi olan yeni otomobil, modern evler, Ankara’da yoktur. Onun tanımıyla Ankara, ‘uygarlığın uzağında kalmış mütevazı bir Anadolu kasabası ve İstanbuldan alınacak rövanşın başlangıç noktası’dır. 1928’de Alman Hermann Jansen’in girişimiyle, Ankara ‘modern bir metropol gibi’ şekillendirildi. (Osmanlı İmparatorluğu ve Avrupa, çev. Ali Berktay, Türkiye İş Bankası yayınları, İstanbul 2019, s.805-6). Gerçekten Ankara, bu kadar ‘uygarlık ve modernlikten uzak’ bir kasaba mıydı ve bu uygulama Osmanlı mirasından kopuşu mu simgeliyordu? Akara, Atatürk tarafından niçin yeni devletin başkenti olarak seçilmişti? Solnon gibi, başka Avrupalı tarihçiler de Ankara’nın fiziksel durumunun uygunsuzluğuna vurgu yapmışlardır. Kuşkusuz Ankara, İstanbul ile karşılaştırıldığında, Avrupai bir kent mimarisine sahip değildir. Avrupalıların yaşayabileceği bir yer de değildir. Nitekim Yakup kadri Karaosmanoğlu, Ankara’ya dışarıdan gelenler ile yerli sakinler arasındaki uyuşmazlıkları yazılarında dile getirmiştir.


ORTAK KARARLA

TBMM tarafından çıkarılan bir yasayla, 13 Ekim 1923 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti olarak ilan edilmiştir. Böylelikle bu olaya hukuki bir meşruiyet kazandırılmıştır. Ankara’nın başkent yapılmasının planlamasının, büyük ihtimalle ya Erzurum’da ya da Sivas’ta kararlaştırıldığı anlaşılıyor. Başlangıçta Heyet-i Temsiliye’nin geçici merkezi olarak ilan düşünüldü. Sonradan daimi hale getirildi. Bu kararın sadece Atatürk'ün kişisel kararı olmadığını, bu konuda kurulan bir komisyonun ortak kararıyla alındığını da belirtmek gerekir. 1923’ten iki yıl önce, 1921’de Atatürk’ün bu olay üzerinde kafa yorduğu anlaşılıyor. Ancak koşullar oluşmadığı için gizli tuttuğu fark ediliyor. Genel olarak yeni başkentin Orta Anadolu’da olacağı mesajı veriliyor ama somut bir kent adı belirtilmiyordu. İzmir, Bursa, Eskişehir ve Ankara gibi kentlerin ismi geçiyordu. Lozan’dan sonra, 9 Ekim 1923’te İsmet Paşa ve 13 milletvekili, TBMM’ne bir kanun teklifi vererek, Ankara’nın başkent olmasını istediler. Bu teklif mecliste müzakere edilerek, 13 Ekim 1923’te oy çokluğuyla yasalaştı. Tek itiraz eden milletvekili; Gümüşhane milletvekili Zeki Kadirbeyoğlu (1884-1852) idi.

TACİRLER BİLMİYORDU

'Ankara, neden başkent olarak seçildi ve aleyhinde yapılan yorumlar doğru mudur?'

Öncelikle belirtmek gerekir ki, Avrupalılar, Ankara’yı iyi bilmedikleri için kötüleme yoluna gittiler. Onlar, İstanbul ve İzmir gibi kentleri çok iyi biliyorlardı. Bu kentlerde belli bir çevre ve nüfuz elde etmişlerdi. Ankara’da Osmanlı devrinde konsolosluk ve elçilikler yoktu. Uluslararası bir ticaret merkezi de olmadığından, tacirler tarafından bilinen bir yer de değildi. Klasik bir Anadolu kasabası görünümü ve imkanlarına sahip olan Ankara, Batılılar için gerekli kurumlara (restoran, tiyatro, opera, kütüphane vs.) da sahip değildi. Halbuki Ankara, emperyalistlerin nüfuz kazanmak için yeniden bir çaba içine girmek zorunda olacağı bir kasabaydı. Komisyon ile Atatürk’ü bu karara iten en önemli sebebin, Ankara’nın Heyeti Temsiliye üyelerine gösterdiği sıcak tavır ve samimiyet olmuştur. Ankaralı seymenler, Atatürk’ü (Mustafa Kemal), Dikmen sırtlarında samimi bir şekilde karşılayarak mücadeleye destek vermişlerdi. Kuvayı Milliye'nin ruhu, burada daha canlı atıyordu. Diğer önemli bir gerekçenin askeri olduğu anlaşılıyor. Burada mücadeleye destek veren bir kolordunun bulunması; İstanbul ile demiryolu bağlantısının olması önemli gerekçeler olmalıdır. Savaş alanlarına yakın olması, stratejik açıdan, Ankara’nın önemini artırmış görünüyor. Yine orman, su, hava, iklim, kömür, arazi niteliği bakımından, en kötü durumda icra edilecek olan gerilla harbine gayet uygundu.

ÖNEMLİ DURAKLARDAN

'Ankara, Batılıların ve İstanbul taraftarlarının iddia ettiği modern olmayan bir şehir miydi?'

Elbette Batılı kurumların çoğu yoktu ama Ankara o kadar da gayrimedeni bir kent olarak tanımlanamaz. Ankara, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin önemli kentleri arasında geçer. Selçuklular devrinden çok az sayıda tarihi eser zamanımıza ulaşmasına rağmen, Osmanlılar ve ahiler döneminden kalma epeyce maddi kalıntı vardır. İran’dan Bursa’ya gelen kervan yolunun önemli ara duraklarından bir olan Ankara, Osmanlılar devrinde, mahalle ve pazarlarıyla, Anadolu’nun en yoğun nüfuslu ve canlı kentleri arasında yer alır. Doğu Anadolu’dan göç alan, Bayramiler ve ahiler gibi dini ve ticari kesimlerin etkili olduğu, Konya, Kayseri, Kastamonu, Bursa gibi Anadolu’nun akdim ticaret ve idare merkezleriyle sıkı bağlantıları olan bir kentti. Eski Ankara’da (Ankara kalesi ve etekleri), Osmanlılar devrinden kırktan fazla mahallenin olduğu hatırlanmalıdır. Hanlar, hamamlar, camiler medreseler, bedestenler, eski taş evleri, kalesiyle Ankara, özellikle sof ticareti sayesinde, Anadolu’da Müslümanlar arasında bilinen bir kentti. Dolayısıyla Avrupalıların bilmemesi, Ankara’nın medeni bir kent olmadığı anlamına gelmez. Ama belirtmek gerekir ki, Avrupai bir kent değildi.

Başkent olmasıyla birlikte, kentin dokusu, Avrupai bir şekil almaya başlayacaktır. Bu durum, Osmanlı mirasından kopuş olarak algılanacaktır. Geniş caddeler, Avrupa mimarisinde yeni binalar, Hergele Meydanı'nın isminin Opera Meydanı olarak değişmesi, opera ve tiyatro binaları, üniversite binaları, muhafazakâr kesim açısından yeni şeylerdir. Bu modernleşmeyi Yakup Kadri, Ankara romanında gayet iyi tanımlar.



Varlığını Atatürk'e borçlu

Başkent olduktan sonra, Avrupa devletlerinin elçileri, zorunlu olarak, Ankara’yı ziyaret edecekler ve diplomatik temsilciliklerini Ankara’da açacaklardır. Ankara’yı ilk ziyaret edenlerden biri de Clemens Holzmeister’dı.

Polonyalı Türkolog Tomasz Kruszewski, bir yazısında (Tarih İncelemeleri Dergisi, 23/1, İzmir 2008), iki Polonyalı seyyahın, Wanda Melcer Rutskowska ile Tadeusz Vetulani’nin 1925 ve 1929’teki Ankara seyahatlerinde edindikleri gözlemleri aktarır. Vetulani, Ankara’daki dinamik yapıyı; Leh elçilik binasının inşaatı görmüştür. Rutskowska ise Ankara’yı hala küçük bir taşra kasabası olarak zikreder. Ankara, İstanbuldan gelenlerce hala bir başkent olarak kabul edilmediğini, onların İstanbul’a hemen geri döndüklerini yazar. Ankara başkent olarak kalırsa, gelişme imkanının olduğunu belirtir. Kerpiç evler, hayvanların pislediği sokaklar, çamurlu sokak ve kaldırımlar, elektrik ve kaloriferin olmadığı evler, boş kafeler, lokantalarda vejeteryanlar için menünün olmadığı (sadece koyun eti ve pilav var), yabancı diplomatlar için dramatik bir yer ve Türkçenin konuşulduğu ama yabancı dillerin konuşulmadığı bir yer olarak tanımlar. 1923’te başkent olmasıyla birlikte, modern Avrupai bir kent görünümü kazanmaya başlayan Ankara, yaklaşık 100 yıl içerisinde, dünyanın en önemli diplomatik ve siyasi merkezlerinden biri haline gelmiştir. Ankara, bugünkü varlığını Atatürke borçludur.