“Populus Romanus bonorum meorum here esto.”
(Roma, mülkümün sahibi olacaktır.)

Bu söz, dünya tarihinde ilk sınıf mücadelesini ateşleyen kıvılcım oldu. Yıl, M.Ö 133 idi. Çanakkale'den Antalya'ya; İzmir'den Kapadokya'ya kadar, Anadolu'nun en zengin topraklarına sahip olan Pergamon (Bergama) Krallığı tarihe karışıyordu.

Bu cömert bağışı vasiyet eden, son Pergamon Kralı Attalos III idi. Kimdi bu üçüncü Attalos? El biliyor, alem biliyor ki; kelimenin tam anlamıyla vesveseli bir adamdı. Tahta çıktığı günden (M.Ö 133) itibaren, devlet yönetimini güvendiği kişilere emanet etmiş; kendisi zooloji, biyoloji, özellikle zehir ve panzehir ile ilgileniyordu. Kendisinin zehirlenerek öldürüleceği kuşkusuyla birçok kişiyi öldürtmüştü. Çeşitli bitkilerden zehirler üretiyor ve bunları idam mahkumları üzerinde deniyordu:

Gel bakalım, nasıl olsa öleceksin; görelim şu zehir seni ne kadar sürede, nasıl öldürecek, gibilerden...

Öte yandan kendisini sanatçı sanıyor; topraktan, ağaçtan, alçı ve mermerden heykeller yapıyordu. Anasına düşkün anlamında “Philomater” sıfatını kullanıyordu. Çok sevdiği anası Stratoneki ölünce üzüntüden büsbütün yoldan çıktı. Karısı Berenike'nin ölümü, acıya tuz biber ekti. Anası için lahit yapmaya çalışırken, güneş çarpması sonucu, ağzından köpükler saçarak öldü.

Bunu şunun için söylüyorum: Böyle bir kralın verdiği söylenen vasiyet doğru ve güvenilir olabilir mi? Çok güvendiğim bilim adamları Prof. Dr. Bilge Umar ile Prof. Dr. Hasan Malay, vasiyetin doğru olduğunu belirterek, bunun nedenlerini açıklıyor. Ömrünü Bergama'yı tanıyıp tanıtmaya adamış Osman Böyatlı ise -benim gibi- konuya temkinli yaklaşıyor. Öteden beri Anadolu'da gözü olduğu bilinen Roma, bu fırsatı ganimet bildi. Anlaşma veya fetih için Anadolu'ya gönderilen Roma elçi ve askeri kuvvetler, beklemedikleri bir dirençle karşılaştı:

Bir önceki kralın, Efesli bir dansçı kadından doğma, evlilik dışı çıktı ortaya. Çağının ve tarihinin bilinen ilk kominist kuramcısı açtı. Kuracağı ülkeye “Heliopolis” (Güneş Ülkesi) adını verip, kölelere özgürlük tanıyacağını deklare eden Aristpinikos ordusuna akın akın katılmaya başladı. Tarihin ilk sosyalist devlet düzeninin kurulmasına ramak kala, biraz da liderinin gurura kapılması yüzünden, ayaklanma üçüncü yılın sonunda hüsranla bitti. Birkaç inananıyla birlikte sığındığı kalede açlık ve susuzluk sebebiyle tutsak edilen Aristonikos, Roma'ya götürüldü; atın arkasına bağlanıp sürüklenerek rezil edildikten sonra boğularak öldürüldü.

Benim bu konuyu yeniden yazıya geçirmemin nedeni şu:
İzmir çukurundaki tüm sanatsal-kültürel hareketlerin ön sapında yer alan Osman Akbaşak, Aristonikos'un eylemini romana döktü. “Güneşe Çağrı” adlı romanın, 4 Aralık günü Alsancak'taki Türkan Saylan Salonu'nda tanıtımı yapılacak. Kitap, şimdiden ilgi ve merakla bekleniyor.

Dahası var:
Mehmet Gönenç'in başkanı olduğu Bergama Belediyesi, tarihte ilk sınıf mücadelesini gerçekleştiren Anadolulu Aristonikos'un bir Bergama'da uygun bir yere dikilecek.

-Heykel mi?
Karşı duranlar, saldıranlar olabilir ama dünya biliyor ki; bir şehir veya ülkenin uygarlık düzeyinin saptanmasında güzel sanatlara ilgi ve bu arada heykel varlığı önemli bir ölçüttür.
Çandarlılı Arkesilaos'un dediği gibi:
“Bergama, gelecekte daha büyük
şan ve şerefsizler kazanmaya layıktır.”