"3-5-2 taktiği futbol hayatımı bitirdi. Çok iyi bir forvetken hoca beni sol kanada çekti. Tüm bir kanadı 90 metre gidip gelmek zül geliyordu. Hoca beni bitirmek için kanada koydu ve istediği oldu." Çok sevdiğim bir futbolcu eskisi dostumun sozleriydi bunlar. Ve sonrasında itiraf gibi bir ekleme yaptı. "Acaba 17 yaşımdaki körpe aklımla suçu hocaya mı atmıştım. Bendeki ve futbolun gidişatındaki geleceği mi görmüştü. Üst liglerde forvet oynamak için ekstra yetenekli olmadığımdan, kuvvet ve becerimden faydalanıp yeni bir sol açık mı yaratacaktı benden. Keşke onun sözünü dinleseydim. Şimdiki 35'lik aklım olsa onu dinler ve lig topçusu olurdum. Ters ayaklı kanat oyuncusu olarak belki hala oynuyordum." Onunla Ankaragücü tesislerinde tanışmıştık. Hakan Keleş, Hakan Kutlu, Augustine efsanelerini görmeme vesile olmuştu. Öyle bir yetenekti ki dönemin başkanı Cemal Aydın evine gelip ailesiyle tanışmış, geleceğin Tarık Daşgün'ü sıfatlarına nail olmuştu daha 14 yaşında. Sonra İzmir'e yolu düştü. Bucaspor ile devam etti kariyerine. O sıra 4-4-2 çok revaçta. İkinci forvet olarak golleri diziyor altyapılarda. Birde yakışıklı ki; İzmir'in kızları ona hasta. Mahallenin en güzeli, lisenin en popüleri avucunun içinde. O sıra futbolcular arasında ne modaysa sıkı sıkıya da takipte. Total 90 ayakkabı mı, hem kramponu hem lastik tabanlısı onda. Levis 501 mi; en yamuk dikişlisi kendinde. Röfleli saçları, Rui Costa tarzı indirdiği tozlukları.. Her şey tamam. Şimdiki gibi de deil, 3 büyükler kapış kapış İzmir kulüplerinden futbolcu alıyor, kah a takımdan, kah altyapıdan. İstanbul hayalleri gırla gidiyor çiğdem muhabbetlerinde. Sonra idealist bir hoca çıkıyor karşısına. 4-4-2'den, 3-5-2'ye döndürüyor takımın şablonunu. Sen sol açık oynayacaksın diyor. Akabinde yazının başında yaşanan hezeyan, çocuksu alınganlıklar ve futboldan soğuma. Bir kere hevesi kırıldı mı Türk futbolcunun, kendinde aramaz suçu. Hep kabahat beni oynatmayan hocadadır, yanlış mevkide forma veren antrenöründür der. Sonrasında o çok sevdiğim dostum futboldan faalen kopuyor başka bir mesleğe atılıyor ama halısahada ve FIFA oyununda hünerlerini sergilemeye devam ediyor. Ben ne kadar düz oynuyorsam, o oyun da olsa varyeteden vazgeçmiyor. Futbolculuğunda gerçekleştiremediği saf yeteneğini, hırs ve disiplinle birleştirmeyi, konsolda gerçekleştiriyor. Wolverhampton'lu Adama Traore'yi kendiyle özdeşleştiriyor. Zamanında reddettiği sol açıkta oynadığı için belki de...

***

Altyapıdaki gençlerin idealist bir hoca buldukları zaman onları can kulağıyla dinlemeleri gerekiyor. Seni forvetten sol açığa çektiyse, bil ki 3'lü savunmanın modasının geçeceğini ve ileride 4-2-3-1 taktiğinde ters ayaklı kanat oyuncusunun prim yapacağını öngördüğü için seni kazanmaya calışıyor. Peki 12 yaşındaki çocuk nereden anlayacak, hangi hocanın idealist olup olmadığını. Riski minimuma indireceğiz. Takımlarımız futbol tutkusu olan hocaları kazanacak. Sırf futbolcu eskisi diye değil, gönüllü olarak bu işe girişen yeni yetenekleri tarayacak. Ne futbol delisi teknik direktör heveslisi insan tanıyorum ki antrenörlük kursuna giderken başvuru oncesi hevesi kırılan. Eski futbolcu değilsin. Senden bir şey olmaz diyen dinazorlaşmış koltuk sevdalılarının sözleriyle incinen. "O soyadına güvenen isimsiz sayınlar" şu an Juventus'un başındaki Maurizio Sarri'nin muhasebecilikten hocalığa atıldığını bilmezler. Jose Mourinho'nun Barcelona'da Sir Bobby Robson'un tercümanıyken, "Sir"ün, Mou'daki yeteneği görüp önünü açtığını ve top seviyeye kadar yükseldiğini araştırmazlar. Varsa yoksa 1960'lı, 70'li yıllardaki hocaları, futbolcuları ve pek tabii ki kendileri en iyisidir. Sevgili kulüplerimiz, lütfen ezberinizi bozun ve gerçekten futbolu obsesiflik derecesinde seven, antrenörlüğe, öğretmeye hevesli birini bulursanız onun yolunu açın. Ve altyapıda şans eseri idealist bir hocaya denk gelen genç arkadaşlarımız; hocalarınızın sözünü dinleyin. İnanın geleceğiniz için şut atmak yerine pas vermenizi, akşam 10 buçukta yatmanızı ve sol açıkta oynamanızı istiyorlar.