Eskiyi hatırlıyorum da...Yazın gelişini dört gözle beklerdim. Yaz demek; güneş demek, deniz demek, yenilenmek, enerji depolamak demekti. Kahvaltının son lokmasını sahilde yutar, günbatımına kadar turkuazın tadını çıkarırdık.
O zaman ozonun deliği de yoktu, “güneş ışınlarının en dik geldiği 11.00- 16.00 saatleri arasında sakın ha dışarı çıkmayın” diye dikte eden uzmanlar da...
Meşin rengine dönen tenlerimiz kışın zor ağarırdı.
Bir de şimdiye bakıyorum; Değil güneşlenmek, şehirde güneşe tahammülüm yok.
Zorunlu olmadıkça evimden dışarı çıkmıyorum. Malum düğün, dernek sezonu... Katılmak zorundaysam ağlamaklı oluyorum.
Sıcağı çekilmez hale getiren nem yüzünden asabım hep bozuk. Gri, soğuk, yağmurlu günlerin özlemiyle depresif halimi yenmeye çalışıyorum.
Bunlara neden hep iklim değişikliği... Muhtemelen daha iyi günlerimizdeyiz. İnsan eliyle hırpaladığımız, yaktığımız, yıktığımız, kirlettiğimiz, arsızca talan ettiğimiz doğa, bakalım intikamını daha ne türlü eziyetlerle alacak.
Boğaziçi Üniversitesi Kandilli Rasathanesi Meteoroloji Laboratuvarı Başkanı Adil Tek, küresel iklim değişikliğini 'tencere' örneği ile açıklıyor. Atmosferin aynı bir tencere gibi aşağıdan ısıtıldığını söylüyor ve bakın ne diyor:
"Bir parça kaya parçası, üzerine bir parça buz. Tencereyi alttan ısıtmaya başlıyoruz. Tencere ısınmaya başlayınca, su yavaş yavaş hareketlenmeye başlıyor. Isı su moleküllerinin hızlarını arttırıyor. Havada da varsa hava moleküllerinin hızları artıyor. Küresel iklim değişikliğinde de hava ısındığı zaman, içinde bulunan gazların moleküler hızları artıyor. Moleküler hızlarının artmasının karşılığı aslında fırtına. Tencerenin içerisindeki sıcaklık arttı, buz erimeye başladı. Suyun ve yağışın miktarları artmaya başladı. Dünyada geçen yıl meydana gelen büyük olaylara baktığımızda; Amerika'da yıkıcı kasırga sezonu oldu. Türkiye'de de sıcaklıklarda son 100 yılda 1- 1.5 derecelik bir artış gözlemledik. Buz olan günlerin sayısı azalıyor yani hava daha da ısınıyor.”
Öfff şu son cümleye bakar mısınız? “Hava daha da ısınıyor!”