Çok zorlu ve özel günlerden geçiyoruz. İddia ediyorum bundan sonra hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak. Dertlerimiz olurdu, sıkıntılarımız olurdu. Zaten hiç eksik olmadılar. Ama bütün bunları bir araya gelerek çözmenin yolunu arardık. Belki bulamazdık ama en azından birbirimize destek olurduk.

Şimdi ise durum tam tersi, sorunu çözmek için birbirimizden ayrı durmak zorundayız. Temas etmemeliyiz. Yakınlaşmamalıyız...

Her zaman risklerimiz vardı. Yolda giderken bir kiremitin kafanıza düşmesi, reklam panosunun altında kalmanız, deprem, sel, kaza, kavgaya karışma ihtimali her zaman vardı. Düğünde halay çekerken vurulma ihtimaliniz de yok değildi.

Eğer Türkiye'de kadınsanız zaten riskler içinde yaşıyordunuz. Ama hiçbir şey için kabuğumuza çekilmemiz gerekmiyordu...

Sanki çok eski geçmişi anlatıyorum değil mi?

Tabii ki hayır....

Şu virüs salgını öncesini anlatıyorum. Görülüyor ki daha yolun başındayız ve giderek ayrışacağız...

Bu olay bize kısa sürede çok şey öğretti.

Mesela yaşam hakkının bütün hakların temeli olduğunu biraz irkilerek fark ettik...

Nazım Hikmet'in bu günleri anlatan şiiri şöyle başlar;

“Yaşamak şakaya gelmez,

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

bir sincap gibi mesela,

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

yani bütün işin gücün yaşamak olacak.”

O duruma geldik sonunda...

Bütün kaygıların anlamsızlığını fark ettik. Mesela yaşamayı sadece çalışmak zannetmenin ne kadar boş olduğunu gördük. Hırsın, egonun hiçbir işe yaramadığını da bilgi haznenize yazdık. İnsanların ırk, dil, din, mezhep olarak ayrılmasının komik olduğunu gördük.

Daha öğrendiğimiz çok şey oldu.

Mesela birbirimize mecbur olduğumuzu gördük. İtalya'nın bir köyünde yaşayan birinin kendisine dikkat etmemesinin bizi de etkilediğini, kendini harcarken bizi de harcadığını gördük.

Her gün yeni bir dünyaya uyanıyoruz.

Tabii ki korona yenilecek.

Umarım altta kalan biz olmayız...