Bir başarısızlık öyküsü karanlık dehlizlerde dolaşıp, nasıl geldiği tartışmalı olan üniversitede, bilimle eğitimle falan değil, ihbarcılıkla ivme kazanıyor. En lanetli konu üstünden, Cumhuriyet değerlerini ve kurumlarını yok etmek amacıyla kurulmuş, bu uğurda her yolu ve her türlü cinayeti denemiş terör örgütlerinden birinin üyeliğiyle, kısaca Fetöcü yaftasını yapıştırıp ihbar etmediği ve hayatını karartmadığı insan kalmıyor. İnsanların hak arama yollarına başvurduğunu ve herhalde köşeye sıkışmaya başladığını görünce de, gözünü kırpmadan dört insanı öldürüyor. O gün orada olmayanlar bu katliamdan kurtulurken, okuduğumuz ilk ifadelerinden caninin, son derece planlı programlı, hukuk diliyle “taammüden” bu katliamı gerçekleştirdiğini öğreniyoruz.
Bu öykünün öznesi ve yol açtığı korkunç olay, çağdaş her ülkede olması gerektiği gibi, şimdi hukuk ve kurumlarının ilgi alanındadır. Yine çağdaş her ülkede olduğu gibi, bu kurumlar olayı yalnızca “suç ve ceza” açısından sonuçlandırmakla yetinemez. Bu olayın gerçek nedenlerini, disiplinler arası bir alan yaratarak ve ilgili tüm bilimlerin yardımına başvurarak ortaya koymak ve bir daha yaşanmaması adına neler yapılması gerektiğini, başta devlete, asal işi onu sağlıklı biçimde işletmek olan hükümete ve kamuya açıklamakla da görevlidir.

Bu noktada yapılacak en vahim hata, benzeri olaylarda ne yazık ki sıklıkla görüldüğü gibi, “münferit-şahsi-sıradan” etiketiyle bu katliamı paketlemek, yaklaşım ve değerlendirmelere kulak tıkamak, daha da acısı bu yoldaki irdelemeleri “siyasi-ideolojik” bir savunma refleksiyle reddetmek ya da duymazdan-görmezden gelmek ve nihayet unutturmaya çalışmak olacaktır. İşte o zaman “hata” hatalıktan çıkacak, suç ortaklığına dönüşecektir.

Bırakalım siyaseti, ideolojik tercihleri. Hele ki, bugüne kadar ölenlerin üstünden iktidar ya da muhalefet refleksiyle cümle kurmayı bırakalım. Bu katliam, bir ilkellik ikliminin göstergesidir. Cehaletin, yandaşlığın, yozluğun egemenlik iddiasının ve bireysel-toplumsal travmalar sayesinde yeni egemenlikler ve mevziler derleme sevdasının rezil iflasıdır. İnsanı insanlığından çekip alarak, cümle aydınlanma değerlerine düşman kılma, aklını ve vicdanını gömme, şiddeti okşama ve kışkırtma sürecinin, nelere yol açabileceğinin kanıtıdır. İhbar ve iftiralarla, her türlü değerin hiçleştirilmesi, insanların itibarsızlaştırılması, kin ve intikam yüklü saldırılarla, toplumsal barışı ve birlikteliği mahvetme girişimidir.
Aklını, vicdanını, ahlakını henüz yitirmemiş herkesin asal görevi, bu korkunç ve geri dönüşü olmayan gidişata dair cümle kurmak ve dikkat çekmek olmalıdır. Çünkü bu gidişata tepkisiz kalmak, yozluğa, yobazlığa, antidemokratik zihniyetlere ve FETÖ gibi bölücü terör odaklarına bilerek ya da bilmeyerek hizmet etmekten ve suç ortaklığından başka bir şey değildir. Bunu anlamak için, gündelik insan davranışlarından, topluma, kurumlara, her kademeden makam sahiplerine sirayet eden ve neredeyse doğal görülmeye başlayan kabalığa, sıradanlığa, çapsızlığa, saldırganlığa, yeteneksizlik ve beceriksizliğe bakmak yeter. Bu ülkenin asal gündemi, bu vahametten başka bir şey olamaz. Çünkü hiçbir ülke, bu kadar travmayla iç içe yaşayamaz, bir yenisinin ne zaman olacağını bekleyemez. O yüzden, farklılıklarımız ne olursa olsun, bu ilkellere, kötücül ruhlara karşı birleşmenin tam zamanıdır. Asıl şimdi, demokrasiye ve dayanışmaya sahip çıkmanın tam zamanıdır.

Ne ideolojiden, ne siyasetten, ne de sıradan koltuk-iktidar-muhalif refleksinden söz ediyorum. O doçent kadının, katliamdan sonra sorduğu soruları, soru edinmekten söz ediyorum. Bu travmatik süreçten kurtulmanın bir yolunun da, o çığlıklara kulak vermek olduğuna inanıyorum. İmzamı, çığlığına ekliyorum.
Çünkü ihbar, kumpas, tehdit, baskı ve şiddetle elde edilecek hiçbir kazancın, bizi “toplum” olarak tanımlayan niteliklerden daha değerli, kutsal ve saygın olacağına inanmıyorum. Tıpkı aklını, vicdanını, ahlakını ve yurtseverliğini koruyan ve savunan herkes gibi…