İki hafta önceki yazıma “Sanatın uzun kışı” diye başlamıştım. Bugün TOBAV İZMİR örneğiyle ne demek istediğimi somutlamaya çalışacağım. Açık adı “Devlet Tiyatro Opera Bale Çalışanları Yardımlaşma Vakfı” olan bu kültür sanat yuvasının İzmir Şubesi, 1988 yılında kente merhaba demiş, 2003’te temsilcilik düzeyine yükselerek, kentin en önemli odaklarından birini oluşturmuştur. Kuruluşundan bu yana içinde yer almış, DT’den emekli olduktan sonra da bağını koparmayan ve yönetim kurulunda görev yapmaya çalışan biriyim. Bir başka deyişle bugün size bir yarayı, tam ortasında yaşayan bir olarak anlatmaya çalışacağım. TOBAV İZMİR’i, benzer tüm oluşumlar adına bir örnek seçtiğimi belirtmeye, sanırım ve umarım gerek yoktur.

Amacını, kent ve ülke açısından yüklenmeye çalıştığı görevi ve yaptıklarını, sosyal medya hesaplarından kolaylıkla öğrenebileceğiniz TOBAV İZMİR, ülkemizin bütün nitelikli kültür ve sanat oluşumları gibi, vahim ve çözümü acil sorunlar dağının heyelanları ve çığlarıyla yüz yüzedir. Altında kalmıştır demeye dilim varmıyor. O günü görmek, ölümün bir başka yüzünü görmek olacaktır benim için.

Bir vakıf olarak yalnızca üyeleri için çalışmakla değil, hatta onlardan fazla toplumsal görev adına üstlendiği görevler ve bu uğurda yaptıklarıyla İZMİR TOBAV önemli bir geçmişe sahiptir. Bu geçmişin önsözünü Türkiye Cumhuriyeti değerleri, ödünsüz yurtseverlik ve onlara kendi eylem alanındaki ciddi duruş ve nitelikli üretim inadı yazmıştır. Kentimizde bu değerlerin dile getirildiği her etkinliğin başat lokomotiflerinden olan İZMİR TOBAV, bugüne dek yüzlerce gencin yaşamını belirlemiş, sayısız insanımızı sanatlı bir yaşamla tanıştırmıştır. Ne yazık ki, birikim ve geçmişin yaşanan sorunları aşmaya yetmediği bir coğrafyadayız. Yaşadığımız günler, bunu o kadar hazin biçimde kanıtlıyor ki…

Şu andaki başkan Hale Gökalpsezer’in deyimiyle, “ekosistemi mahvedilmeye çalışılan” kültür ve sanat dünyamızın beli, beklenmedik afet, yıkım ve küresel salgınların da katkısıyla kırılmak üzeredir.

TÜSAK saçmalığıyla nasıl baş edebiliriz diye düşünürken, tüm birimlerinin, stüdyo ve dersliklerinin bulunduğu kent mücevherlerinden Kardiçalı İşhanındaki yangının harabiyetini nasıl atlatabiliriz diye çabalarken, korona virüs afetinin yaşamı her alanda dinamitlemesi ve kolunun kanadının budanmasıyla baş başa kalıvermek… Evet, bir saçma, kötü ve umutsuzluğu kolaylaştıran bir süreçten, TOBAV İZMİR’in payına düşenlere dair anlatılamazbir özet yapmaya çalışıyorum. Eğitim çalışmaları durmuş, planlanan tüm etkinlikler buharlaşmış, olay neyi nasıl yapmaktan, varlığı nasıl koruma kaygısına, tasasına ve korkusuna evrilmiştir. Kuşkusuz bunlar yalnızca vakfın yönetsel ve eğitsel kadrolarına dair değildir. Eğitimi yarıda kalmış öğrencileri, onların aileleri, kursiyerlerin emek ve motivasyonları; ödenecek kredilere, kiralara, emekçilerinin maaşlarına eklenmiş, nasıl aşılacağı muğlak devasa bir sorun yumağına dönüşmüştür.

Haklarını vermek gerekir ki, başta Büyükşehir olmak üzere, duyarlı kurum, kuruluş ve kişiler, bu sıkıntılarda vakfın yanında olduklarını beyan etmiş, yangın sonrasında katkıda bulunmuş, ancak küresel salgınla birlikte herkes kendi derdine düşmüştür. Sözün burasında, dayanışma duygusunu ve duruşunu gösteren velileri de saygı ve minnetle anmak gerekir.

Sıklıkla dillendirdiğim ironidir; bu işlerle uğraşırken, kendini vakfetmek ile mahvetmek arasındaki çizgi, bu memlekette akla gelmeyecek sıkıntıları göğüslerken iyice incelir. Hele ki, talebin en aza inmesi için elden gelenin yapıldığı bir iklimde, kültür ve sanat adına emek ve ürün arz etmeye çalışıyorsanız… Durum bu, peki ne yapılmalıydı, yapılmalıdır?

Yanıta, “vakıf” sözcüğünü dile düşürmeyenlerin, kültür sanata dair vakıflara nasıl yaklaştığından ve yaptıklarından-yapmadıklarından başlayabiliriz. Kriz dönemlerinde, devlet mekanizmasının önceden aldığı-alması gerektiği önlemlerden tümce kurabiliriz. Yerel yönetimlerin öngörü ve refleks yeteneğinden yola çıkabiliriz. Kültür sanat, nasıl biteceği bilinmeyen bir kış yaşamaktadır. Durumu bilmek ve kulak vermek bile, yaz bahar umutları için ilk adımdır.