İlk darbeyle tanıştığımda ortaokuldaydım. 1960 İhtilalini radyodan Alpaslan Türkeş'in sesinden öğrenmiştik. 1971 müdahalesinde ise üniversiteyi yeni bitirmiştim. 1980 darbesi ise TRT'de yöneticilik dönemime denk geldi. 28 Şubat Muhtırasında da yine TRT'de görevdeydim. 2000'li yıllardan sonra (Artık bu ülkede darbe filan olmaz) diyordum. Ergenekon-Balyoz darbe planı safsatalarına hiçbir zaman inanmadım. 17-25 Aralık paralel darbe iddialarına ise kahkahalarla güldüm.
Ancak büyük söylememek gerekiyormuş. 21'inci yüzyılın ilk çeyreğinde bir darbeyle daha tanışmak varmış.
Sen yüzde 49,5 oyla iktidara gel. Meydanlarda Kiziroğlu türküsüyle esip gürle. Sonra 1 saat 40 dakika süren bir görüşmenin ardından 'Hadi bana eyvallah' de. Üstüne üstlük 'Bu benim iradem değildir' diyerek sıvış, git.
Olmadı Kiziroğlu, (hiç yakışmadı) diyeceğim ama aslına bakarsan yakıştı. Ne diyordu 12 Mart Muhtırası'nda dönemin Başbakanı Süleyman Demirel, 'şapkasını aldı gitti' diyenler için;
"Şapka benim, napecektim. Bırakacek değilim ya"
Aynen böyle demişti, korkup kaçarken. Kiziroğlu Ahmet de aynını yaptı. Hiç direnmedi, (Bu bir darbedir ) diyemedi, takkesini aldı gitti.
Ha bu arada hakkını yememek gerek. Başbakanlığı sırasında ne kadar başarılı olduğunu anlattı, helallik istedi.
Ancak 7 Haziran'dan bu yana dış politikayı nasıl yerle bir ettiklerini, terörün hortlamasına nasıl izin verdiklerini, ülkeyi kan gölüne çevirdiklerini, Suriye bataklığına nasıl sürüklediklerini, topraklarımızın her gün bombalandığını, Anayasa'nın, yasaların, laiklik ilkesinin nasıl çiğnendiğini, din sömürüsünün bu boyutlara nasıl getirildiğini hiç anlatmadı. Hangi yüzle helallik istiyorsun Kiziroğlu. Konya meydanına topladığın taşınmış insanlar helallik verse bile şehitlerimizin, yakınlarının, halkın çok büyük bölümünün hakkını helal etmeyeceğini bilmiyor musun ?

***

Hafta oldukça yoğun geçti. Her gün değişen bir gündemle karşı karşıya kaldık. Can Dündar-Erdem Gül'ün duruşma günü sıkılan iki kurşun haftaya damgasını vurdu. Duruşma arasında bir tetikçinin sıktığı Can'ı hedef alan ve NTV Muhabiri Yağız Şenkal'ın yaralanmasına yolaçan kurşun, ülkenin getirildiği durumu açık açık gözler önüne serdi. Can Dündar'a 'vatan haini' diyen kişinin tehdit, hakaret ve kasten adam yaralama suçlarından sanık olması, aynı görüşü paylaşan kişilerin niteliği hakkında da bir fikir veriyor aslında. Zaten Can Dündar da söylüyor;
"Saldırganı tanımasam da beni ve gazeteciliği hedef gösterenleri tanıyorum"
Can ve Erdem'e sıkılan ikinci kurşun da aslında özgür haberciliğe sıkılan kurşundu. Dünyanın her yerinde haber niteliği olan bir olayı haber yaptıkları için 5'er yıl hapis cezası verilmesi, ülkenin basın özgürlüğünde bulunduğu yeri bir kez daha kanıtladı.
Hani asrın lideri Avrupa Birliği'ne diyor ya (Siz kendi yolunuza, biz kendi yolumuza). Avrupa Birliği'nin yolu belli. O yolda insan hakları var, ifade özgürlükleri var, özgür medya var. Bizim yolumuzda ne var?

***

Bugün Anneler Günü. Gönül güzelliklerden söz etmek istiyor. Ancak ne çare ki, bu güzel ülkeyi getirdikleri durum ortada.
Başta bu ülkeye en büyük armağanı veren Zübeyde Hanım olmak üzere, tüm annelerin önünde saygıyla eğiliyorum.