Kahve, İstanbul’a Kanuni Sultan Süleyman zamanında geldi. 1550 li yıllarda ilk kahvehaneler açıldı. O yıllarda dünyanın bu taraflarına gelen Avrupalı gezginler kahve içme alışkanlığını gözlemlemiş ve ilgi duymuşlardı. Zamanla kahve Avrupa’ya sıçradı. 18 inci yüzyıl birçok bakımdan Avrupa’da kahvenin altın yüzyılı oldu. Kahvenin Avrupa’ya girdiği yıllarda, Avrupa önemli bir toplumsal dönüşüm süreci yaşıyordu. Yayılan protestanlık daha derinden ilerleyen başka bir oluşumun parçasıydı. Burjuva sınıfı büyüyor, aristokrasiye, despotik monarşilere, Katolik Kilisesi’ne karşı çok cepheli bir mücadele veriyordu. Protestanlıkla kapitalizm arasındaki ilginç bağıntılar, Marks’tan Weber’e pek çok toplumbilimcinin dikkatini çekmişti. Varlığını kazanmak için hayatını “çalışmaya” yoğunlaştıran burjuvazi, aristokrasinin yoz tüketiciliğini de yoksul tabakaların “tembelliği”ni de sevmiyordu. İnsanı sarhoş eden, çalışırken verimini azaltan, sabah uyanmasını güçleştiren içkiye hiç iyi gözle bakmıyordu. Bu ortamda uyku kaçıran, sarhoşluğun tersine insanı daha dikkatli hale getiren kahve, burjuvaziye ideal içecek olarak göründü. Avrupa’da kahvehaneler hem erkek ve hem de iş mekânıydı. Gelişmekte olan kapitalizme özgü yeni mesleklerde çalışanlar, sözgelimi sigortacılar, ticari şirket temsilcileri ve gemiciler, kahvelerde hem bilgi toplar, hem de müşterileriyle görüşüp iş bağlarlardı. On sekizinci yüzyılın edebiyatçıları ve gazetecileri de özellikle kahve müdavimiydi. Johann Sebastian Bach’ın da, küçük bir şaka olarak bir “kahve kantatı” bestelemesi bu içkinin nasıl çılgın bir moda haline geldiğinin bir işaretiydi. İstanbul da farklı değildi, kahveler aynı zamanda bir edebiyatçı ve sanatçı mekânı olarak gelişmişti. Salah Birsel “Kahveler Kitabı”nda Beyoğlu’nu ve kahvelerini şairler ve yazarlarla birlikte pek güzel anlatır. Ahmet Hamdi Tanpınar, Sait Faik, Mina Urgan, Oktay Rıfat, Salah Birsel, Zahir Güvemli, Asaf Halet Çelebi gibi sanatçıların uğrak yeri olan, en eski kahvelerimizden Küllük kahvesi 1950’lerde yol genişletme çalışmaları nedeniyle yıkılırken, Londra’da Qeen’s Lane Coffee House 1654 yılından bu yana hiç kapanmadan bugün de etkinliğini sürdürüyor.
Kahve İstanbul’a Kanuni Sultan Süleyman zamanında gelmişti dedik sözümüzün başında. Bu da demektir ki, Fatih Sultan Mehmet, Yıldırım Beyazıt ve Yavuz Sultan Selim ve elbette onlardan önceki padişahlar şöyle keyifle bir kahve bile içemeden bu dünyadan göçüp gittiler.
Şapkam dolu çiçekle
Bayındır Çiçek Festivali bu yıl 2,3 ve 4 Mayıs günlerinde düzenlenecek. Bayındır Belediyesi tarafından 26 ıncı kez düzenlenecek olan festival, rayiha bulutları ve baygın kokular arasında tam bir görsel şölene dönüşüyor. Acaba Ayfer Tunç’un 2003 yılında YKY den çıkan “Taş, Kâğıt, Makas” adlı öykü kitabında yer alan şu çiçekleri bulmak mümkün olur mu?
“…Eski ziraat müdürünün gözlerine bakmaya utanarak uzun uzun bahçeyi seyrediyor, bodur şimşir ve bodur çamlarla çerçevelenmiş bahçede kimileri başlarını gökyüzüne uzatmış, kimileri boynunu bükmüş, kimileri birbirleriyle dolaşarak büyümüş gülleri, karanfilleri, menekşeleri, herdemtazeleri, unutmabeni, akşamsefası, buhurumeryem, sümbül, horozibiği, nergis, çançiçeği, şebboy, peygamberçiçeği, filbahar, hançerçiçeği, aslanağzı, kahkahaçiçeği, ateşçiçeği, hüsnüyusuf, çuhaçiçeği, saraypatı, acemborusu, kelebekçiçeği, yıldızpeygamberi, medineçiçeği, arappapatyası, hezeran, zeren, zülfuaruz, sakızküpesi, yüreksarmaşığı, hasekiküpesi, inciçiçeği, gülhatmi, japongülü, sarısalkım, kuşçiçeği, çobançiçeği, fesleğen, yıldızçiçeği, gündüzsefası, ful, fulya, mine, hünkârçiçeği, yazpapatyası, hedera, gayretçiçeği, manisalâlesi, yasemin, kadifegülü, meryemanaasması, çobansakalı, zambak, ketençiçeği, portakalmenekşesi, günçiçeği, kayaçiçeği, pembepire, japonsorgucu, kasımpatı, şevkatçiçeği, tespihçiçeği, vapurdumanı, ateşfeneri, sarıkız, kirlihanım, bahçeyoncası, altınbaşak, kandilliminare, çinşakayığı, mavisalkım, ortanca, kolyos, saksıgüzeli, çarkıfelek, beşparmak, latinçiçeği, kızgözü, mumciçeği, manolya, akantus, leylak, hintkaranfili, margarit, lana, sarısabır, gardenya, siklamen, begonya, camgüzeli, kurdeleçiçeği, küpeçiçeği ve daha önce görmedikleri, adını bile duymadıkları, bilmedikleri başka çiçekleri görünce dilleri tutuluyormuş.”

Meraklısına notlar
-
Zeki Müren’in eşsiz yorumuyla hatırladığımız bir şarkı var: “Körfezdeki dalgın suya bir bak göreceksin/ geçmiş gecelerden biri durmakta derinde”
Osman Nihat Akın bestelediği nihavend makamındaki bu şarkı, aslında Yahya Kemal Beyatlı’nın “Geçmiş Yaz” şiirinin biri bölümü:
Rü'yâ gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle,
Her ânını, her rengini, her şi'rini hazdan.
Hâlâ doludur bahçeler en tatlı sesinle!
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan
Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;
Mehtâb... iri güller... ve senin en güzel aksin...
Velhasıl o rü'yâ duruyor yerli yerinde!
Şiirde geçen körfez İstanbul’da Mihrabad Korusu’nun hemen altında bulunan ve adını körfez caddesine de veren Kanlıca Körfezi’dir. Bu bölge aynı zamanda Boğaziçi mehtaplarının hareket noktası kabul edilir. Sandallar belirlenen vakitte körfezde toplanır ve musiki eşliğinde mehtaba çıkılır. Abdülhak Şinasi Hisar da, Boğaziçi Mehtapları kitabında bize sıkça hatırlatır ve “Dere dendiğinde Göksu, körfez dendiğinde Kanlıca’dan bahsetmiş oluruz” der. Gerçekten de mehtap ve körfez dendiğinde Kanlıca akla gelir. Yine Yahya Kemal’in “Eylül Sonu” şiirinde olduğu gibi “Günler kısaldı, Kanlıca’nın ihtiyarları/ Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları” dizelerinde Kanlıca sahnedeki yerini alır.
Can Yücel kendine özgü söyleyiş tavrı, zekâsı ve vazgeçmediği ironisiyle, doğu toplumlarının zihniyet dünyasını sarmış olan gafleti ve aymazlığı mizahi bir şekilde bu dize eşliğinde dile getirmişti. Yazko Edebiyat Dergisi’nin şimdi tam olarak hatırlayamadığım bir sayısında, o yıllarda dillerden düşmeyen şarkının bu dizesini almış ve toplumsal eleştirisinin nesnesi yapmıştı: “Körfezdeki dalgın suya bir bak, NATO’nun kablosu durmakta derinde.”
………………………………….
-
Mona Lisa tablosu 1911 yılında Louvre Müzesinden çalınmış ve polisler şair Apollinaire’i tutuklamış, mektuplarını didik didik edip bir sıralama yapmış. Apollinaire serbest kaldıktan sonra “polisler olmasaydı o mektuplar asla düzene girmezdi, onlara müteşekkirim.” Sayfa 152, S.Birsel, Kuşları Örtünmek.
-
Selim İleri’nin en sevdiği dans sahnesi, Tolstoy’un Anna Karenina romanındaki Anna ile Vronsky arasındaki dans sahnesidir ki bu dans sahnesiyle birlikte bir aşk başlar. Türk romanlarında ise Reşat Nuri Güntekin’in Akşam Güneşi’ndeki dans sahnelerini çok beğenir.
-
Adı “deniz feneri” anlamına gelen Rus şair Mayakovski, arkadaşı Yesenin’in intihar etmesini eleştirir ve kınar. Beş yıl sonra da kendisi intihar eder.
İzmir'de kültür sanat
İzmir Devlet Opera ve Balesi’nin nisan ayı içinde iki konseri var: ilki 19 Nisan 2025 günü, saat 20.00 de Bornova Kültür Sanat Merkezi’nde ve “L. V. Beethoven’den G. Verdi’ye” adını taşıyor. Piyano eşlikli bu konserde soprano Ayşe Şenoğul, mezzo soprano Aylin Ateş, tenor Oğuz Çimen, bariton Nejad Beğde eserleri seslendirirken piyanoda Dicle Taylan Talayhan görev yapacak.
“Opera Uvertürleri” adını taşıyan orkestra eşlikli konser de yine Bornova Kültür Sanat Merkezi’nde ve 21 Nisan pazartesi günü saat 20.00 de. Opera uvertürlerinin seslendirileceği bu konserde orkestrayı Roberto Gianola yönetecek.
………………………………………………….