Bizim sanat cenahından kimi tiplerden de işitir, okursunuz: “Ben işimi yaparım, siyasete bulaşmam.” Özellikle, işi hayata estetik-düşünsel müdahale etmek olan bir alandan örnek verdim ki, “algıda sefalet”e ilk dereceden örnek oluştursun. Böylesi beyanlar, siyaset camiasında (ne demekse?) pek makbul karşılanır. Öyle ya, sanatçımız varoluş zelzelesine tutulmuş, işini hayattan ve bağlamından koparmış, kimliksizliğini “taklit, tezyin, terennüm” vasatlığına çekerek, bir anlamda ötenazisini ilan etmiştir.Örnek vermeye gerek var mı?

Böylece siyaset erbabı (ne demekse?) paha biçilmez bir içtihat elde eder. İşçiye, ameleye, doktora, avukata, mühendise, kısaca her alana, üslup ve seviye kaygısına düşmeden höykürür: “Siyaset yapma!” Bunun daha yürek paralayıcı hali, örneğin avukata; “Cübbeni çıkar, siyasete gir” demektir.

Çünkü siyasi şahsiyet (ne demekse?) siyaseti, eğitimini, asal işini, varsa mesleğini, bütün bunların yüklediği bireysel ve toplumsal sorumluluğu unutup; parti-parlamento-protokol üçgeninde ömür tüketmek, iktidar-muhalefet tahterevallisinde inip çıkmak olarak görmektedir. Aklıma Tataristan’ın Bügülme kentine yaptığım bir gezi geldi. “Aslan Asker Şvayk”ın ölümsüz yazarı Haşek, yalnızca bir süre Bügülme’de yaşadığı için, onuruna düzenlenen bir müze-evle onurlandırılmıştı. Dünyanın her yerinden, Haşek’in dünya görüşüne uygun üreten yazarlar da, bu müzede selamlanıyordu. Zarif, entelektüel, tam donanımlı müdüründen harika bir bilgilendirme dinlemiş, sonunda tanımak istemiştim. Karşımdaki o harika kadın, kısaca ve son derece mütevazı biçimde şöyle demişti: “Milletvekiliyim”.

***

Şimdi bu yanıtı köpürtüp konuya bağlayabilir, en az beş yazı üretebilirim. Siyaset, bir meslek değildir, oligarşik bir sınıfa dönüşmesi saçmadır, kimsenin tekelinde değildir diye başlayan sayısız tümceye yol verebilirim. Şimdilik, böyle bir siyaset anlayışının son derece gerici, antidemokratik, birey ve yurttaş algısından nasipsiz, lümpenve faşizan olduğunu söylemekle yetineyim.

Bu sorunlu anlayış, 12 Eylül faşizminin tezahürlerinden biridir. Erken seçimi reddeden bir milletvekilinin, “Daha seçim harcamalarımı çıkarmadım” diyecek kadar gözünün dönmesidir. İkbal uğruna her türlü takiyeyi doğal gören, “Fırıldak” unvanını hak edecek kadar başı dönen, ilgili yasaların ve mevzuatının türettiği ucube ağalık sistemine sığınıp, antidemokratik zihniyet ve uygulamaları evvelemirde kendi partisinde doğal gören, parlamenter sistemin dinamitlenmesi karşısında “Ben bu koşullarda, benden istenen sorumlulukları yerine getiremem” refleksini bile gösteremeyen tiplerden söz ediyorum. Siyaset, yalnızca bunların at koşturacağı bir “meslek alanı” mıdır? Ne münasebet!

Siyaset bir “meslek” değildir. Ama sözcüğün tam anlamıyla, yani işinin görev ve sorumluluğunu bilen herkes için, her meslek bir siyaset ister. Siz siyaset yerine, sorumluluk, duyarlık, bilinç, entelektüel birikim, hayatı doğru okuma, eleştiri ve öngörülerde akılcılık ve bilimsellik diyebilirsiniz. O yüzden her meslek, bir örgütlenmeye gitmiştir. Çatlasan da patlasan da, insanlık binlerce yıllık deneyiminden sonra bu sonuca ulaşmıştır

***

Konu konuyu açıyor, “Demokratik Kitle Örgütü” algısı “Sivil Toplum Şeysi”ne dönüştürülürken, liboşizmin gazlamasıyla bunu “demokratikleşme” sanan aymaz taifesinin de kulakları çınlasın. Sevinmemiz gereken bir süreçten geçiyoruz. İç acıtıcı bin kederden sonra bir farkındalık yaratılmış, bu örgütlenmelerin değeri ortaya çıkmıştır, bu bir. Siyaseti kendi tekellerinde sanıp, ahaliyi “oy ver-gerisini koy ver” biçiminde özetlenecek amorf demokrasi figürüne dönüştürenlerin, bin hamasete rağmen ve bir kere daha gerçek yüzleri açığa çıkmıştır, bu da iki. Barolardan başlayıp Türk Tabipleri Birliği’ne uzanan, belli ki yenilerine de niyetlenen antidemokratik zihniyet, bir kere daha gerçek yüzünü göstermiştir.

Siyaset yapma! Hayır, yapacağız efendim. Çünkü bir “mesleğimiz”, onun hayattaki karşılığını arama çabamız ve daha yaşanır bir ülke ve daha insani bir dünya beklentimiz var.