“Filmler belki çaredir” diyordu İsrailli yönetmen Nadav Lapid, 69. Berlin Film Festivali’nin ödül töreninde. Festivalin büyük ödülü Altın Ayı’yı kazanan filmi “Synonyms / Eş anlamlılar” da İsrail’in militarist siyasetini eleştiren ve ülkesinin uygulamalarını “iğrenç, mide bulandırıcı” gibi ifadelerle nitelendiren yönetmen, Fransa’ya yerleşen ve anadilini konuşmayı reddeden eski bir askerin kimlik arayışını anlatıyordu. Lapid, bu tavrında yalnız değil. Dünyanın dört bir yanında yönetmenler, ülkelerinde yaşanan toplumsal-siyasal çatışmaları, çelişkileri gündeme getiriyor. Hafta başında gerçekleşen 91. Oscar ödüllerinin aday listesinde yer alan yapımların çoğunluğu, göçmenleri, eşcinselleri ve kadınları, kısacası ‘öteki’leri baş tacı eden, politik doğruculuk niyetiyle yola çıkan filmlerdi.

Alfonso Cuaron’un “Roma”sı, üst orta sınıftan bir ailenin ve ailenin yanında çalışan hizmetçi kızın öyküsünün arka planında sınıf çatışmasının ve erkek egemen ideolojinin belirgin bir rol üstlendiği Meksika’nın yakın tarihine ışık tutuyordu. Eleştirmenlerce çok beğenilen ve En İyi Film Oscar’ının favorisi olarak gösterilen film, sonuçta Yabancı Dilde En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Görüntü Yönetimi ödülleriyle yetinmek durumunda kaldı. Cuaron’un, ödülünü alırken söylediği “Benim çocukluğum, yabancı filmler izleyerek geçti!” sözleri gecenin en hoş, en anlamlı esprisiydi. Amerika, kendi dili dışındakileri ‘yabancı dil’ kategorisine hapsediyordu; oysa bir başka dil konuşan bir ülke için de İngilizce ‘yabancı’ydı!

91. yılın En İyi Film Oscar’ politik göndermeleri olan, ama daha ‘soft’ bir filmin oldu. Irkçı-sömürgeci Amerika’nın imaj temizlemesi olarak da görülebilecek Peter Farrely’nin “GreenBook /Yeşil Rehber” adlı filmi, 60’ların başında Güney eyaletlerinde bir turneye çıkan ünlü ve siyah bir piyanistle, beyaz şoförünün öyküsü, klişeleri tersyüz ederken, Amerikan insanını bilinçaltında bir hesaplaşmaya çağırıyordu. “Yeşil Rehber”, En İyi Film ödülünün yanı sıra, En İyi Özgün Senaryo ve Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu (Mahershala Ali) Oscar’larını kazandı. Filmin tercih edilmesinin nedenini, beyazların bakışı açısını yansıtan yorumunda ve daha klasik bir dille anlatılmasında, kısacası Hollywood kalıplarına daha uygun bir film olmasında aramak mümkün. Amerikan siyah sinemasının öncü yönetmeni olarak kabul edilen Spike Lee, “BlackkKlansman / Karanlıkla Karşı Karşıya”da, polis teşkilatında görev alan ilk Afro-Amerikalının öyküsünü anlatırken, sistemde süregelen ırkçılığın altını çizmekten geri durmuyordu. En İyi Uyarlama Senaryo Oscar’ını kazanan Lee, ödülünü alırken “Afrika’dan köle olarak getirilen ve Amerika’yı inşa eden atalarıma ithaf ediyorum” diyordu.

Tıpkı, “BlackkKlansman” gibi siyah kültürüne saygı sunuşu niteliğindeki bir başka yapım, Ryan Coogler’in yönettiği “Black Panther / Kara Panter” üç ödülle ayrıldı ödül töreninden: En İyi Kostüm, Yapım Tasarımı ve Müzik Oscar’ları. Amerikan sinemasının en çok bilet satan filmleri arasında yer alan, fantastik ögelerle yüklü film, alışılmışın ötesine geçerek siyah bir süper-kahramanın öyküsünü anlatıyordu. ‘Siyah Sinema’ya, eşcinsel kültüre, göçmenlere ve kadınlara pozitif ayrımcılık, aday filmlerden, ödülleri sunan sanatçıların seçimine kadar pek çok noktada etkisini gösteriyordu. Queen’in öyküsünü anlatan “Bohemian Rapsody”nin Mısırlı göçmen Rami Malek’e kazandırdığı En İyi Erkek Oyuncu Oscar’ını, Regina King’in “If Beale Street Could Talk / Sokak Dile Gelseydi” filmiyle kazandığı Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu Oscar’ını, kadının insan haklarını vurgulayan “Period, End of Sentence”ın kazandığı En İyi Kısa Belgesel Oscar’ını bu bağlamda değerlendirebiliriz.

Doğrudan siyaset alanını konu alan Adam McKay’in “Vice”ı, En İyi Makyaj ve Saç Oscar’ı ile yetinmek durumunda kaldı , ama bu yılın en iyi Amerikan yapımlarından biri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Günümüz Amerikan siyasetine zehir-zemberek bir gönderme olan yapım, 2000 yılındaki başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçilerin dolaplarını konu alıyor. Filmin kahramanlarının hepsi de, Bush, Cheney, Rumsfeld, Wolfowitz gibi yakından tanıdığımız anti-kahramanlar… Yabancı film dalında yarışan filmlerin çoğunluğu da siyasal içerikli filmlerdi. Sosyalist rejimden kapitalizme geçişin sancılarını anlatan Polonyalı yönetmen Pawel Pawlikowski’nin “Cold War / Soğuk Savaş”ı, 60’ların başında Doğu Almanya’da toplumcu gerçekçi sanat anlayışıyla hesaplaşan bir sanatçıyı konu alan Alman yönetmen Florian Henckel von Donnersmack’in “Never Look Away / Asla Gözlerini Kaçırma” ve iç savaşın ve yoksulluğun acılarını yaşayan ülkesinin yazgısına isyan bayrağı açan Lübnanlı yönetmen Nadine Labaki’nin “Capernaum” adlı filmleri… Sözünü ettiğim filmlerin hepsi de (“Vice” dışında) sinemalarımızda. Kaçırmayın derim…