1551-1558 arasında yapılan ve bugün dünya mimarlık tarihinin başat yapıtlarından sayılan Süleymaniye Camii, Büyük Mimar Sinan tarafından Kanuni Sultan Süleyman’ın buyruğuyla insanlığa kazandırıldı. Yapım aşaması çok ilginçtir, efsaneleşmiş öykülere sahiptir ve “Muhteşem Yüzyıl” dizisi sayesinde anımsanmıştır. “Tarihsel dizi?” nedir ve nasıl olmalıdır sorusuna başarılı bir örnek oluşturan, tarihi yalnızca bir propaganda malzemesi-bugünün payandası olarak görenlerin şoven yaklaşımlarıyla eleştirilen ama bir daha benzeri kolaylıkla yapılmayacak olan bu diziyi, şimdi aramızda olmayan sevgili Meral Okay’ın yaratıcılığına ve ekibine borçluyuz. Neyse, “tarih okuması, sanata yansıması” ayrı bir tartışma konusudur, şimdilik geçelim.

Zaman su gibi akıp geçmekte, inşaat uzadıkça uzamakta, iyice kocamış olan Sultan Süleyman öte âleme göçmeden bitmesini beklemektedir. Sık sık yaptığı ziyaretlerin birinde, binanın içinden ritmik “düm-tek” sesleri işitir. (Tarihsel kaynaklar nargile fokurdaması derler ama diziyi yapanlar, kuşkusuz Muhteşem RTÜK’ün hışmına uğramamak için, hadiseyi darbukamsı bir çalgıya dönüştürmüşlerdir!) Padişah gazapla kapıya gidip bakar ki, mimarlar mimarı Sinan, camiinin ortasında, huşu içinde terennüm etmektedir. Terennüm Süleyman’ın algısıdır. Bir gözü cellatlarında, öfkeyle sorar: “Ben bitmesini bekliyorum, sen hem de mübarek yerde meşk eylemedesin, bu nedir bre gafil!” Mimar, “Hele bir dur bre cahil!” diyecek değil ya, bunun “akustik” adına bir deney olduğunu, “Aksisedayı ölçmekteyim. Eğer tam olarak halledebilirsem, en küçük fısıltı bile camiinin her yerinden duyulacaktır” diye açıklamaya çalışır ve ekler “Bunun için 256 boş tüp yerleştirildi, araları yumurta akıyla dolduruldu.” Bu kadarla kalmamıştır Ağırnaslı Ermeni Usta Mimar Sinan, orta kapı üstünde mum islerinin birikeceği bir oda yapmıştır ki, o islerden mürekkep üretilecektir. Sultan Süleyman Hazretlerinin, tıpkı hiç ilgisi ve bilgisi olmadığı halde her konuda ahkâm kesen, lakin hakkını ve haddini bilmeyen her tür muktedir gibi, algısı muğlaktır ve muhabbeti şöyle bitirir: “Ne yapıyorsan yapıyorsun, hemen bitir! Yoksa azletmek değil, sana memaliğimde çivi bile çaktırmam!”

Bu öykü, hayatın her alanından Mimar Sinanların, dünden bugüne her an yaşadıkları gerçeğin bir özetidir. Mimarlık sanatından örnek verdik, sürdürelim. Bugün eğitimini, diplomasını, mesleki sorumluluğunu kör olasıca üç kuruş için, cahil müteahhit, cühela arsa-bina sahibi, çevre-doğa-kent-deprem-estetik-teknik vb. konuda algı yoksunu nicesine kurban eden rezilleri bir tarafa atalım. Öykü, liyakatle algısızlığın çelişkisi, bu memleketteki tipik ve adım başı rastlanan kepazeliklerin tarihsel örneğidir. Bunu bildiğiniz zaman Doğan Kuban, Cengiz Bektaş, Turgut Cansever, Nail Çakırhan gibi değerlerin, neden yalnızca işlerini yapıp para destelemek dururken, kent-kentlilik-mimarinin çağdaşlıkla, insanla, uygar toplumla ve demokrasiyle ilintisi konularında çığlık attıkları daha sağlıklı algılanır.

Geçenlerde uluslararası bir sıralama yayınlandı, sanırım önceki yazılarımda da değindim. “Okuduğunu algılama ve yorumlama” konusundaki bu sıralamada, ülkemiz ne yazık ki hiç de övünülesi bir yerde değildi. Bu durumun diplomayla, konumla, makamla, aylık kazançla, etiketle, protokoldeki yerle, yaşanan bölgeyle, ait olunan sınıfla hiçbir ilgisi yoktur. Artık bu sorun, herhangi bir paketlemeyle, savunuyla, gerekçeyle açıklanamayacak kadar hayata egemen olmuş durumdadır. Bir aydınlanma projesi olan, yeni bir toplum iddiasıyla yol çıkıp “on yılda on milyon genç yarattık” sevinci yaşatan ve 29 Ekim’de 98. Yılını kutlayacağımız Türkiye Cumhuriyeti için, bu durum hepimizin bir biçimde katkıda bulunduğumuz bir utanç olarak görülmelidir.

Günün ve gecenin her saatinde ekranlara fırlayanlara, ibrik gibi sıralanıp, her konuda her şeyi söyleme yetkisini kendinde görenlere bakın. Yaptıkları, eyledikleri ve söyledikleri ile bu ülkeye dair ne demeye çalıştıklarına bakın. Ettikleriyle elimizi güçsüz bırakanları, güvendiğimiz dağları dinamitleyenleri de ihmal etmeyin. Mimar Sinan’ın çaresizliğini ve yürek çarpıntısını algılayamıyorsanız, bu yazıyı da boşa yazılmış sayın.