Yıl, 1968... "Yaşadığını yazan ile yazdığını yaşayanın bu şiirini çevirmekle ne iyi ettim.” Böyle diyordu Özdemir Asaf eşine... Oscar Wilde’ın 'Reading Zindanı Baladı'nı Türkçe'ye çevirdiğinde... "Ama yine de herkes sevdiğini öldürür, bu böyle biline!/ Kimi, bunu kin yüklü bakışlarıyla yapar./ Kimi de; okşayıcı bir söz ile öldürür, korkak; bir öpücükle./ Yüreklisi; kılıçla, bir kılıçla öldürür…"

***

Oscar Wilde'ın bu muhteşem şiirinin hikayesi ise şöyle: Krallık Muhafız Süvari Bölüğü askerlerinden Charles Thomas Wooldridge; 23 yaşındaki karısı Laura Ellen Woolridge’i, boğazını keserek öldürür. Mahkemenin suçluya verdiği ceza ise 7 Temmuz 1896 Salı sabahı, saat 7.45-8.00 arası asılarak idam edilmesi… Bu cinayetin, o zamanın İngiltere kamuoyunda geniş etkiler ve tepkiler yaratmasına bu şiir öncü olur. İngiltere’deki cezaevlerinin yeniden düzenlenmesine, ceza uygulama sistemlerinin düzeltilmesine ve bu kanunların çıkmasına, bir şiir öncülük eder. Doğru bildiniz dostlar! Şiir, sadece şiir değildir ve hiçbir zaman olmamıştır. Şiir, bir yaşam biçimidir.

***

Bugün Oscar Wilde öldü dostlar. 30 Kasım 1900 tarihinde, Paris’te; yaşadığını yazan ile yazdığını yaşayan, İrlandalı Yazar-Şair Oscar Wilde bu dünyadan göçüp gitti.

Bu kadar eseri arasında kuşkusuz O'nun en önemli önde gelen eseri; sıra dışı hayatı, kendi yaşamı. Ömrü boyunca dehasını hayatına kattığını eserlerine ise sadece yeteneğini koyduğunu söyler.

16 Ekim 1854'de, Westland Row Dublin’de dünyaya gelir Oscar. O'nu en çok etkileyen kişi ise bir doktor olan ‘Sir’ unvanlı babasından çok, “İnsanların günah işlemek uğruna yaşamaları gerektiğini” söyleyen annesidir. Oscar Wilde, Dublin’in Trinity Okulu’nda gösterdiği başarı sayesinde burs kazanarak, Oxford’un en seçkin kolejlerinden Magdalen’de okumak üzere İngiltere’ye gider. Okulda antik Yunan ve Roma konusundaki derin bilgisi ve aykırı davranışlarıyla sivrilir. Okulunu bitirdikten sonra Londra’ya yerleşir. Büyük bir lüks içinde yaşamak, en pahalı lokantalarda yemek yemek, en seçkin otellerde kalmak, baştan aşağı farklı ve şık olmak için terzilerine para harcamak gibi bir yaşam alışkanlığı edindiği için babasından kalan servetini kısa sürede tüketir.

Normal pantolonlar giymek yerine 18'inci yüzyılda olduğu gibi dize kadar gelen külotlar, ipek çoraplar giyer. Enli rengarenk kravatlar takar. Başına geniş kenarlı şapkalar geçirir. Yakasında her zaman çok pahalı kocaman bir çiçek bulundurur. Yalnızca doğum günlerinde, herkesin giydiği gibi geleneksel biçimde koyu bir kostüm giyer. Bu tercihinin nedenini ise gençliğinden bir yıl daha yitirdiği için yas tuttuğunu göstermek olduğunu söyler.

Yazılarında ve şiirlerinde; çarpıcı olduğu kadar, komik söz oyunlarıyla örülü kendine özgün bir edebi dili vardır.

***

"Bu dünyada en şanslı olanlar; çirkinlerle, aptallar..." Böyle der bir yazısında. Kendi kaleminden dinlemeye devam edelim: "Yan gelip yayılarak yaşam denen oyunu ağzı açık seyredebilirler. Zafer denen şeyi bilmeseler bile, hiç değilse yenilgiyi de tatmazlar. Aslında hepimizin yaşamamız gerektiği gibi yaşar onlar; kaygısız, kayıtsız, çalkantısız! Başkalarının mahvına yol açmadıkları gibi kendileri de onun bunun elinde telef olmazlar. Güzellik, servet! Tanrı’nın bu bağışları yüzünden hepimiz acı çekeceğiz; hem de büyük acılar. Ömürlerinde tek bir kez sevenlerdir asıl sığ olanlar… Onların vefa, sadakat diye adlandırdıkları şeyi ben; ya alışkanlığın verdiği rahatlığa ya da hayal gücünün yokluğuna bağlarım. Zihinsel yaşam için tutarlılık neyse; duyusal yaşam için de vefa odur, basit bir yenilgi itirafı... Vefa! Sahiplik tutkusu da işin içinde. 'Başkaları alır' diye korkmasak, çoktan atacağımız bir sürü şey var. Karmaşık ve gergin huylu kişiler hep böyledir. Çok güçlü olan duyguları, ya incitir ya da eğilir! Ya öldürür ya da ölür! Sığ hüzünler, sığ aşklar; uzun ömürlüdür... Büyük aşklar, büyük üzüntülerse; kendi büyüklüklerinin kurbanı olurlar...”

Öyle değil midir dostlar? Büyük Aşk'lar, büyük üzüntüler; hep kendi büyüklüklerinin kurbanı olurlar. Sığ hüzünler, Sığ Aşk'larsa; uzun ömürlü...

***

30 Kasım 1900… Sefil bir otelde, yokluklar içinde aramızdan ayrıldı; büyük edebiyatçı, Yazar - Şair Oscar Wilde… Cenazesine, sadece yedi kişi katıldı. Oysa sanat hayatının başında belirli bir üne ve saygınlığa kavuşan Wilde; başına kendisini cezaevlerine düşürecek, tüm parasını ve onurunu kaybettirecek felaket gelmeden önce güçlü ve saygın bir edebiyatçı olarak hayatını sürdürüyordu. Tüm felaketler, Lord Alfred Douglas ile karşılaşması ve onunla o çağda asla hoş karşılanamayacak bir ilişki yaşamasının sonucunda meydana geldi.

Eşcinsel olduğunu hiç saklamadı! Ne garip değil mi? O çağlarda bu bir suçtu. Bundan dolayı cezaevine gönderilmesiyle başladı; düşüşü, yokluğu. Ve bu savaşının bedelini, Queensberry Davası sonucunda iki yıl hapis yatarak ve tüm kariyerini ve saygınlığını yitirerek ödedi.

Oscar Wilde, 19'uncu yüzyılda yaşamış bir 20'nci yüzyıl düşünürüydü dostlar. Ve hala şiirlerinde, eserlerinde yaşıyor! Hissediyor musunuz?

Anısına, mücadelesine ve muhteşem üretimlerine saygıyla...