Tarihleri ne yapacaksınız? Verilen örneklerin hepsi birkaç ayda yaşananlardan seçilmiştir. Adam, “Uzayda mahsur kaldım, dönmem için para gönderirsen, geldiğimde seninle evlenirim” dedi ve saflık kat sayısı hayli yüksek kadından yüz binlerce lira koparabildi. Olay, Japonya’da yaşandı.

Bir takım düzenbazlar telefonu çevirdi, “Yasadışı bir gelişme var, adınız terör örgütüyle anılıyor, sizi de kurtaracak operasyona giriştik, şu kadar para vermeniz gerekiyor” dedi. Aradıkları kişi, yüksek bilmem ne unvanlı bilim insanı ya da hukuk insanı ya da işte o sınıflardan birindendi. Tıpış tıpış gitti, neyi var neyi yok bıraktı. Sonra baktı ki ses seda çıkmıyor, “Yandım anam!” diyerek karakola koştu. Üstüne bir bardak su mu içti, sonra ne oldu bilinmez. Olay, Türkiye’de vuku buldu, buluyor.

Nefesi güçlü’ dediler, ‘Tıp da neymiş, doktoru falan boş ver, onu şeyhe göster’ dediler. Aldı kızını ya da eşini götürdü. Yobaz düzenbaz ne içirdi, ne yedirdi, ne yaptı bilinmez. Karısının ya da kızının cenazesiyle eve döndü. Olay, Türkiye’de yaşandı, yaşanıyor.

Ona emanet edilmiş bir can dostunu, “barınak” denen cehennemde, kafasına kürekle vura vura öldüren o yaratık da öyle. Onu onaylayan iğrenç yürekli biriyle az önce otobüste yan yanaydık belki de. Bir işkenceciyle, soyguncuyla, sapıkla ya da onları alkışlayanla birlikte gittik mahallemize. Ne korkunç! Kentin iki kadim kulübünün futbol maçıydı. Fişekleri, stattakilerin sağlığı için getirilen ambulansla içeriye soktular. Maç sırasında, zuladan çıkarıp rakip takım taraftarlarına fırlattılar, kavurdular. Yetmedi, manyağın biri de sahaya atladı, köşe direğini söktü, arkadan yaklaşıp kalecinin kafasına indirdi. Olay, Türkiye’de yaşandı, yaşanıyor. Yıllardır maçlarda onlarca kişinin öldüğü, sakatlandığı, düşmanlıkların katmerlendiği ülkeydi burası. Daha beteri “Yoksa biz bu çok mu abartıyoruz, olmayan değerlerle donatıp ‘sevgilim’ diyecek kadar seviyor, şiirler oyunlar mı yazıyoruz?” diye düşündüren bir kentte yaşandı bu kepazelik, İzmir’de yaşandı! Ayasofya’nın kapısını kemirenden tut, Kesikbaş’ın üç yıllık cesedini lokma parça mideye indirenden çık, mecliste birbirine hakaret yağdıranlara uğra, gazeteciyim diye yalakalığın bin çeşidini tek bir yazıda döktürene bak. Ya da gitme uzağa, trafikte sinyal vermekten aciz resmisinden siviline arabalara ve pişkinliği tavan yapmış sırıtık sürücülerine bak. Hepsiyle yan yana, iç içe yaşamamıza rağmen, hala kalpten ya da kanserden ya da salağın tekinin rastgele sıktığı tabancayla ölüp gitmediğimize şaş. Hepsi bu dünyada, hepsi bu ülkede, hepsi bu Ortaçağ egemenliğinin sultanı, silahtarı, alemdarı, kapı kulu! Yazdım ve hepsinden azade olup, kendimi taca attım olmasın. Kim bilir bu karanlık çağın neresinde ben neler yapıyorum? Bunu düşünmek bile azaplardan azap beğen kalp ağrısıdır.

***

Dünya görüşüm bana insanları, olayları, olguları, sistemleri ve ahvali sınıfsal, diyalektik ve olanla-olması gereken arasında tavırla-duruşla değerlendirmeyi öngörür. Ne yalan söyleyeyim manzaraya baktığımda bunların yetmediğini, kuru gürültüden öteye gitmediğini, avunmadan öteye geçmediğini düşünmekteyim nicedir. Sakallı Celal Usta’nın, “Bu kadar cehalet ancak bu kadar tahsille mümkün olur” sözü dilimden düşmez oldu. Algısızlığın doğallaştığı, cehaletin sırnaşıklaştığı, değerlerin yalama olduğu, soygunun yalanın talanın normalleştiği bu dünyanın fotoğraf altına “Ortaçağ’ın egemenliği” ya da “kötülüğü” yazmak, herhalde fazla iddialı olmaz. Bütün irdelemelerin, tanıların ve tanımlamaların ötesine geçip, “Bu bilinçli, taammüden, planlı ve bataklık gazıyla mürekkep devasa bir kötülüktür” demeyip de ne diyelim? Çünkü bu kadar kepazeliğin sorumlusu, planlayıcısı, destekçisi, alkışçısı, yandaşı ve yalakası olmaya hiçbir dünya görüşü, ideoloji, din, mezhep, parti, para, diploma, makam ve mevki yetmez. Bütün bunları başarmak için yöntem, seçenek ve kabulleniş bellidir: kötülük!

Yeni Ortaçağı ve onun yeryüzündeki patronlarını ve uşaklarını ancak bu genelleme içinde tanımlayabilir ve mahkûm edebiliriz. Bir dünya seçeniyle, seçileniyle, hep birlikte oluşturdukları cehennemle ya topyekûn kötülüğü ya da akıl yitirmesini anlatıyor. Birincisi için insan olduğumuzu anımsamak, ikincisi için bütün hapishaneleri yıkıp akıl hastanesine çevirmemiz gerekiyor.

İçimizi kararttın!” Bir yazılık kararıversin efendim. Söz, önümüzdeki yazıda güllerden, bülbüllerden, hayatı şairane gizleme yöntemlerinden söz edeceğim!