Öğretmeye bağlı, gerçekçi anlatım türlerindendir günlükler. Kişinin gözlem, izlenim, duygu, düşünce öbeği, imgelem gücüyle günü gününe tuttuğu notlar, yazılardır.
Günceleri, günlükleri pek severim. Genç yıllarımda çok defter eskitmişimdir. Ne ki taşınmalar sonucu, çok sayıda dergiler, kitaplarımla günlük tuttuğum defterleri de yitirdim. Bu güzel yazı eylemini terk ettiğim için hayıflanırım.
Oktay Akbal’ın Varlık Dergisi’nde yıllarca sürdürdüğü “Günlerde”sini, ilgiyle, beğeniyle okurdum.
Salâh Birsel’in Hacivat Günlüğü sıradan bir günce değil, yazının aydınlığına, ayrıcalığına açılan bir kapıdır. Birsel, bu türün yazınsal sınırlarını genişleterek bir ilke imza atmıştır.
Muzaffer Buyrukçu’nun öykü tadındaki günlükleri de unutulur mu hiç?
Günlükler, bir yazın insanının iç sesidir; doğallığı, içtenliği, duygu dünyasının varsıllığıdır. Gerçek yaşamından kesitlerdir. Ataç’ın yıllarca günce, günlük, mektup olarak yazdıkları da bugün beğeniyle, ilgiyle okunacak yazılardır.
Dilini, anlatımını, doğru sözlülüğünü, içtenliğini, kızgınlığını, duygusallığını, şiire tutkusunu sevdiğim için mi Ataç bana yakın gelmişti ola? Överken, yererken, eleştirirken yansız davranması ona ayrı bir gözle bakmamı sağlamış belki de.
Ataç’ı dilde özleştirme çalışmalarında aşırı bulanlar, uydurmacı olduğunu ileri sürenler olsa da Ataç’ın Türkçemize kazandırdıkları yadsınamaz. Belki bugün kullanılmayan birçok sözcük girmiş yazılarına; ancak yılmadan, bıkmadan, yorulmadan kullandığı nice sözcüğü de kazandırmış dilimize.
Ataç bir şairin, bir yazarın kitabı üzerine yazınca, sanki değeri de ona göre ölçülürmüş o zamanlar. Daha sonraları Asım Bezirci’de, Hüseyin Cöntürk’te de bu örnekleri gördük; ancak Ataç’ın imlemesi geleceğe kalıcı olması anlamında da önemliymiş elbette.
Ataç deneme, eleştirel değinileriyle olduğu denli, şiire de tutkun bir yazar. Şiire de heves etmiş, bir şeyler yazmış… "Çok sevdim şiiri, bütün ömrümde belki şiirden başka bir şeyi sevmedim, şiir aşkından başka bütün aşklarımı şiire bağlamağa çalıştım, onlardan aldığım ateşi gidip ona sundum, o ateşle şiirler okuyup hayran oldum, onların güzelliğini başkalarına da sevdirmeğe uğraştım. Kâr etmedi, yüz vermedi bana: ‘Sen şairsin, bana hizmete lâyıksın.’ demedi, içime bir gün bile güven vermedi." (Okuruma Mektuplar, Varlık Y. Sayfa 28).
Ataç, gene aynı yapıtına aldığı 23 Nisan 1951 tarihli yazısında da şiire değgin güzel sözler etmiş. “İnsan vardır, sever şiiri, insan vardır, sevmez. Ben, kaç kere söyledim, severim, hem de çok severim. Kişi oğullarının yaptıkları bunca işler, tuttukları bunca yollar arasında, bence şiirden üstünü, şiirden yücesi yoktur”
Ataç da kimi zaman şairlerimizin sayısındaki artışa değinir. “Dağ taş şair kesilmiş sanki” der; ama bundan çok fazla yakınmaz. “Yakınmak için mi söylüyorum bunları? Bilmez misiniz beni, canım efendim,şairin çok olmasından yakınacak adam mıyım ben? Tam tersine, seviniyorum.”
Haldun Taner dokundurmasıyla söylersek, “eski evlerde her sülalede bulunan huysuz ama kendisinde çok şey öğrenilen” bir insandır, yazardır Ataç. Öyle olmasaydı bugün de hâlâ konuşuluyor olabilir miydi? Sanatçının,yazarın ayrıcalığı, gücü, kalıcılığı, bu olsa gerek.
Nurullah Ataç’ın yaşam ayracına 1898-1957 rakamları girer. Altmışını da bulmadan ayrılır bu dünyadan, takvimler 17 Mayıs 1957’yi gösterirken. Ardı sıra çevirileri, yazıları, denemeleri, sözcükleri, günlükleri kalır.
Ataç, 61 yıldır da yaşar yazınımızda.