3 Haziran “Elveda dünya, merhaba kâinat!” demesinin yıldönümüydü. Karşıyaka Belediyesi “Korona Günlükleri”nin aynı güne denk gelen sayfasında, değerli dostum Tolga Çandar’ın güzelim sesi ve sözü ile Nazım Hikmet’i andık. Belediyenin sayfasına girerseniz, programın tamamını izleyebilirsiniz. Bu satırları yazarken, izlenme sayısının 15.000’leri geçmesi, ne kadar doğru bir iş yapıldığını gösteriyor.

Uzun uzun anlatmaya gerek yok, büyük bir şairden, yurtseverden, hayatın ve aşkın kavga insanından, dünyanın her yerinde “Ben onunla aynı dile ve halka aitim” dediğinizde saygı göreceğiniz Nazım Hikmet’ten söz ediyoruz.

Öteden beri kimi yerlerde ve paylaşımlarda görüldüğü gibi, ona dair anmalarda ve kallavi beyanlarda beni güldüren çok şey oluyor. Nazım Hikmet’i “bilmeden”, “anlamadan” ve “içselleştirmeden” anabilmeyi nasıl başarıyorlar, hayret! Kimi, dünya şairinden bir “Don Juan”, kimi bir kavga insanından, köşesinde oturan bir beybaba çıkarmaya çalışıyor. Dünya görüşünü en kesif ve net sözcüklerle, net ve tartışmasız biçimde dillendiren bir iflah olmazı “evcilleştirmeye”, duruşunun ve eyleminin özünü boşaltıp, saçma sapan duygusallıklarda sıradanlaştırmaya çalışanları da unutamayız.

Hanımefendiler, beyefendiler! Yapmayınız. Yılları düz edip gelen, çağları çoktan gözüne kestiren Nazım Hikmet’in, gölgesi bile bu tuhaflıklarınızı çiğneyip geçer, altında kalırsınız. Zorlamayın, durduk yerde başınızı derde sokmayın. Hiçbir şey yapamıyorsanız, keyfini çıkarın. “Ben Nazım Hikmet’i yazdığı dilden, hasretini çektiği topraklarda okudum, okuyorum” ferahlığı neyinize yetmiyor? Haksızlık yaptığımı sanmıyorum. Sizin, dünya görüşü, aklı, mantığı, tıyneti zihniyeti fersah fersah uzakken, başı sıkıştığında Şair Baba’dan dizeler döktürmeye mecbur kalanlardan bir farkınız olmalı. İşte beni en çok güldüren de, bu cinslerdir.

Bu yazının başlığını “Nazım Hikmet yaşasaydı?” koyup, şu garip, saçma, güler misin ağlar mısın sorusuna şapka çıkartan döneme dair neylerdi, ne söylerdi üstüne kalem dolaştırmayı da düşündüm. Sonra onun çocuktan kadına, emekten aşka, faşizme direnişten sömürüye itiraza uzanan algısını, duruşunu ve hepsini yüreğinin potasında “mertçe ve Türkçe” eritip insanlığa sunuşunu anımsadım. Her şiirine, romanına, oyununa sinmiş, insanı ve hayatı kavramanın, tarihsel olandan evrensel olana uzanarak, “kalıcılık nasıl başarılır?” sorusuna verdiği yanıtları dolaştım. Gericiliğin, yalanın talanın, cehaletin, zevksizliğin cehenneminden yakınıyoruz ya, bir şairin yaşanmışlık ve tanıklıktan süzülmüş yapıtlarıyla, bugünleri nasıl öngörebildiğini kavramaya çalıştım. Bu yolculuk, düşündüğüm başlığın anlamsızlığını gösterip, boyumun ölçüsünü bir kere daha aldırdı: “Nazım Hikmet yaşasaydı?” beyhude bir lafazanlıktır. Çünkü “Nazım Hikmet yaşıyor!”

Hal böyle olunca, Nazım Hikmet’i “anmak” da, boyut değiştiriyor. Dönüp merhaba diyecek kadar yanı başımızda olan, her satırıyla hayatın tam ortasında olan birini, 3 Haziran’a sıkıştırmak ve andığımızı düşünmek olası mıdır? Bence 3 Haziran’lar onu anmaktan çok, bugünleri nasıl kavradığımızı, yaptıklarımızı ve yapamadıklarımızı düşünmeye, kafamızdaki sintinelerden kurtulma fırsatına evrilmedikçe, asla işe yaramayacaktır. Gerisi, “Nazım Hikmet Üniversitesi”nin, “Nazım Hikmet Araştırma Enstitüsü”nün işidir, “Uluslararası Nazım Hikmet Sempozyumu”na kalmaktadır. Bunlar bu memlekette yok mu? Yok elbette. 3 Haziran’lar, örneğin “Neden yok?” sorusunu akla getirmiyorsa, müsamereleriniz hayırlı olsun. “Nazım Hikmet Kültür ve Sanat Vakfı”ndan, Nazım Hikmet Kültür Merkezlerinin adreslerinden bile haberi olmayanlar coğrafyasında, bütün bunları söylemenin bir anlamı var mı? Var, olmalı. Çünkü Nazım Hikmet’i anmak ve anlamak, biraz da bunlara dair kaygı duymaya, talep etmeye ve var olanlara yoldaşlık yapmaya bağlıdır.

Haydi, şunu da ekleyelim. Nazım Hikmet’i anarken, örneğin Adnan Menderesleri, Turgut Özalları da anabilirsiniz elbette. Ama hem Nazım Hikmet’e, hem her açıdan tezatlarına ağlayamaz, övgüler düzemez, sabahleyin solcu, öğleyin sağcı, akşam liboş olamazsınız. Onun adı başkadır. Dilerseniz, Nazım Hikmet’e sorun.