İzmir’de 2012 yılında yitirdiğimiz Güngör Dilmen, tiyatronun büyük bir ustasıydı. Ölümü sonrasında İzmir/ Karşıyaka Aksoy Mahallesi 1750 sokaktaki parka adı verilen Güngör Dilmen, aslında yazın hayatına ilk adımı şiirle attı, ama sonraki yıllarda edebiyatımızda oyun yazarlığının en usta isimlerinden biri olarak, ardında çok önemli bir iz bıraktı. Güngör Dilmen, oyun yazarlığında mitolojiyi çok ustaca işleyen bir isimdi. Zaten ilk oyunu olarak mitolojik unsurları derinlemesine yansıttığı “MİDAS’IN KULAKLARI” ile sahne dünyasına ödül alarak adım attı. Usta yazar Anadolu ve Yunan mitolojisinden çok yararlandı. Onlarla yetinmedi, geniş bir coğrafyanın mitolojik izlerinin peşine düştü.
Değerli Güngör Dilmen (1930-2012) bir röportajında, "Ben tarih olayları içinde de mitolojide de insanı arıyorum" demişti. Bu söz, onun tiyatrosunun özünü, insan doğasının kadim hikâyelerle kurduğu o derin bağı açık eder. Dilmen’in oyunları, sadece tarihî bir dekorun içinde değil; her çağda yankı bulabilecek insani duyguların, zaafların ve arzuların peşindedir.
Akademisyen Yazar Fırat Caner, 2017 yılında T24’te Güngör Dilmen üzerine kaleme aldığı kıymetli bir değerlendirme yazısında, Dilmen’in şairliğini ve şiir ile ilişkisini de inceledi. O’nun değindiği gibi, "Güngör Dilmen, iyi bir trajedinin sırrının şiir olduğu kanaatindeydi." Zaten bu yaklaşımı, Güngör Dilmen’in şiir-tiyatro ilişkisini her zaman canlı tutmasına neden oldu. İlk şiirleri 1956 yılında Yücel Dergisi’nde yayımlandı. 1959’da Sinema-Tiyatro Dergisi'nin açtığı yarışmada, Midas’ın Kulakları adlı oyunuyla birincilik ödülünü kazandı. Böylece adı "oyun yazarı" olarak edebiyat sahnesine yazıldı. Yazdığı tüm tiyatro oyunlarıyla adı unutulmazlar arasına giren Güngör Dilmen’in, 29 yaşında kaleme aldığı Midas’ın Kulakları adlı eserin çarpıcı güzelliği, günümüzde de etkisini sürdürüyor.
Dilmen, çok başarılı bulunan ilk tiyatro oyununda, yine şiirsel bir üslup kullanmıştı.
MİDAS ÜÇLEMESİ
Midas’ın Kulakları, trajikomik unsurlarıyla, iktidar ve birey ilişkisini mitolojik bir çerçevede işlerken, insan doğasının gizlerini, zaaflarını taşıdı. Güngör Dilmen'in Kral Midas'a ait anlatıları işlediği iki ayrı oyun daha var.
"Midas'ın Kulakları", Dilmen'in 1970 yılında oyunlaştırdığı "Midas'ın Altınları" ve 1975'te oyunlaştırdığı "Midas'ın Kördüğümü" adlı diğer iki oyunla birlikte Midas Üçlemesi'ni oluşturdu. Dilmen’in tiyatro serüveninde çok özel bir yere sahip olan "Midas Üçlemesi", insanın güç, servet ve özgürlükle imtihanını mitolojik bir çerçeveye oturttu.
Midas’ın Kulakları, iktidar olmanın zaaflarını anlattı. Midas’ın kulakları bir sır olarak saklandı, ama doğa bile bu sırrı ifşa etmek istedi. Midas’ın Altınları ise açgözlülüğün ve servet tutkusunun bireyin ruhunu nasıl zehirlediğini gösterdi. Altına dönüşen her şey, hayatın doğal akışına ölümcül bir müdahaleydi çünkü. Midas’ın Kördüğümü ise insanın içsel karmaşası, aşkı, tutkuları ve özgürlük arzusu üzerinden çözülmesi imkânsız gibi görünen düğümleri konu edindi. Bu üçleme, yalnızca bir kralın hikâyesi değil, her çağın, her insanın hikâyesiydi. Güngör Dilmen, bu üçlemeyle tiyatroda hem mitolojik bir derinlik, hem de zamana direnen bir insaniyet panoraması sundu.
BEN ANADOLU
Güngör Dilmen’in bir diğer önemli eseri Ben Anadolu, Anadolu topraklarında yaşayan kadınların binlerce yıl süren mücadelesini ve direncini sahneye taşımıştı.
Bu eserinde Dilmen, bir kadının farklı çağlardaki farklı kimliklerle dile gelişini ustalıkla kurgulamış; yine kullandığı yalın, şiirsel dil, kadınların tarih boyunca yaşadığı acıları ve umutları destansı bir bütünlük içinde sunmasına imkân sağlamıştı.
Ayrıca Güngör Dilmen’in eserlerinde kadın karakterler, sadece birer yan unsur değil, tarihin ve insanlık hikâyesinin taşıyıcıları rolündeydi. Güngör Dilmen özellikle Ben Anadolu adlı eserinde, Anadolu topraklarında yaşamış kadınların kolektif sesiyle tarihe yön verişini anlattı. Kadın, burada hem tanık, hem de özneydi. Tarih boyunca farklı dönemlerde, farklı kimliklerle sahneye çıkan kadın karakterler; aşkı, direnişi, acıyı ve umudu temsil ediyordu. Dilmen, kadını yalnızca mağduriyetin değil; yaratıcılığın, bilgeliğin ve değişimin de sembolü haline getirdi. "Ben Anadolu"da geçen şu replik, onun kadın tasvirinin özünü verir:
"Ben, toprak gibi doğuran, deniz gibi taşıyan, rüzgâr gibi savuranım. Ben Anadolu’yum."
AŞKIMIZ AKSARAY’IN EN BÜYÜK YANGINI
Aşkımız Aksaray’ın En Büyük Yangını, adlı eserinde ise, Güngör Dilmen Tanzimat Dönemi'nin batılılaşma sürecinde bireysel arzularla toplumsal kuralların çatışmasını sahneye taşıdı. Dilmen, bu oyununda da karakterlerine ironik ve zarif bir şiirsellik kazandırarak, trajedi ve mizahı çok ustaca harmanladı. Dilmen’in tiyatrosu, sadece dramatik yapılarıyla değil, şiirsel ve yoğun diliyle de büyüleyiciydi. Onun eserlerinde kelimeler yalnızca anlam taşımaz; yankı oluyor, ritim oluyor, zamanın ötesinden gelen bir şarkı gibi kulaklarda çınlıyordu. Tıpkı "Midas’ın Kulakları"nı yankılayan kuyu gibi…
Güngör Dilmen, tiyatroyu yalnızca bir eğlence aracı olarak değil, bir eğitim ve dönüşüm sahnesi olarak görüyordu. Ona göre sahne, yalnızca hikâye anlatılan bir yer değil, insanın kendi hakikatiyle yüzleştiği kutsal bir mekândı.
Oyunları aracılığıyla insan doğasını, toplumun yapısını, güç ve iktidar ilişkilerini sorguluyor, izleyicisine aynalar tutuyordu. Dilmen, halk kültüründen, masallardan, efsanelerden ve çağdaş temalardan ustalıkla yararlanarak kendi özgün anlatımını oluşturdu.
TİYATRO ANLAYIŞI VE MİRASI
Anadolu'nun kadim hikâyelerini evrensel insanlık durumlarıyla harmanladı. Halk tiyatrosunun sıcaklığını, epik tiyatronun eleştirel mesafesini ve zaman zaman absürd tiyatronun varoluş sancılarını sentezleyerek çok katmanlı bir tiyatro dili yarattı.
Brecht’in epik tiyatrosundan da ilham alan Güngör Dilmen, izleyiciyi sahnede sunulan olaylarla körü körüne özdeşleşmeye değil, düşünmeye ve sorgulamaya davet etti. Ancak bunu yaparken geleneksel Türk tiyatrosunun meddah, karagöz gibi anlatım biçimlerinden de beslenerek, yerel öğeleri evrensel bir anlatı estetiğiyle başarıyla buluşturdu.
Güngör Dilmen, ardında yalnızca oyunlar değil, düşünce biçimleri ve anlatım estetikleri de bıraktı. Onun tiyatro anlayışı, bugünün birçok yazarına, yönetmenine ve oyuncusuna ilham kaynağı oldu. Mitolojiyi çağdaş dertlerle harmanlama becerisi, Dilmen sonrası tiyatro üretiminde önemli bir miras olarak yaşamaya devam ediyor.
Dilmen’in eserleri, günümüz sahnelerinde hâlâ büyük bir ilgiyle izleniyor. Yönetmenler onun metinlerinde hem derin bir şiirsellik hem de güçlü bir entelektüel sorgulama alanı buluyorlar. Özellikle çağdaş kadın temsilleri, güç ve iktidar eleştirileri ve bireyin toplumsal maskeleri konularında, Dilmen’in tiyatrosu zamansız bir ışık gibi parlamayı sürdürüyor.
Bugün Anadolu’nun sesi sahnelerde yankılanıyorsa, bunda Güngör Dilmen’in açtığı patikaların, yazdığı dizelerin, kurduğu sahne evrenlerinin payı büyüktür.
Tıpkı kuyuya söylenen o unutulmaz sözler gibi:
"İşit kuyu, işit... Midas’ın kulakları eşek kulakları..."
ANILARDAN YANSIMALAR
Güngör Dilmen, bir röportajında sahneye bakışını şu sözlerle ifade etmişti:
"Tiyatro, insanın aynadaki suretidir. Kimi zaman yüzümüzü çarpıtarak, kimi zaman gözümüzü yaşartarak bize kendimizi gösterir."
Oyuncu Tülay Günal, bir anısında Dilmen ile çalışırken yaşadığı bir sahneyi şöyle anlatıyor: "Bir sahnede duyguyu çok yoğun yaşıyordum, ama o geldi, kulağıma fısıldadı:
'Duygu değil düşünceyi yaşa, duygular peşinden gelecektir.'
Bu sözü hiç unutmadım. Güngör Hoca, sahnede düşüncenin ateşini yakmanın ustasıydı."
Yönetmen Mehmet Birkiye de bir söyleşisinde şöyle demişti:
"Dilmen’in metinleri aktör için bir maden gibiydi. Ne kadar derine inersen, o kadar çok cevher bulurdun. Her bir karakterin, her bir sözcüğün ardında sonsuz bir derinlik vardı."
İzmir’de ve Türkiye’de tiyatro sanatına büyük emek veren, Şair-Yazar Semih Çelenk (Prof. Dr.) Güngör Dilmen’in büyük bir usta olduğunu hatırlatıp, saygıyla anarken, “O tiyatronun kaptanıderyası”dır demişti. Bu tanıklıklar, Dilmen’in tiyatrosunun yalnızca metinlerden ibaret olmadığını, sahnede, oyuncularda ve izleyicilerde yaşayan bir ruh taşıdığını kanıtlıyor.
Onun sözleri ve oyunları, bugün de tiyatro sanatının kalbinde çınlamaya devam ediyor.
Elbette bir oyun yazarı olarak ünlendikten sonra Güngör Dilmen’in şiir yolculuğu unutulmuş oldu. İlgili tüm kaynaklarda ilk şiirinin Yücel dergisinde 1956 yılında yayımlandığı dışında bir bilgi yer almıyor. Akademisyen Yazar Fırat Caner, ilk kez Elvan Torun’un 2004’te Ankara Üniversitesinde hazırladığı “Yücel Dergisi ve Dergi Etrafında Gelişen Edebî Faaliyetler” başlıklı yüksek lisans tezinde, Güngör Dilmen’in “Güngör Kalyoncu” adıyla yayımladığı iki şiirine rastlıyor. Sayın Elvan Torun’a ve Sayın Fırat Caner’e teşekkür ederek, bu iki şiiri paylaşıyoruz. Dileğimiz Güngör Dilmen’in yayımlanmış başka şiirlerinin de edebiyat araştırmacıları tarafından bulunabilmesi. İşte o şiirler:
BİRİNCİ ŞİİR
I.
KOPACAK meyvalarda bir şey var
doyuruculuk dışında
dildeki tada gelmiyen.
II.
Genç bir ölünün
Kafasını deşti köklerim
düşüncesi yürüyor şimdi damarlarımda
Haykırmak istiyorum, ağacım ben
Haykıramıyorum.
III.
Bin ayak derinde
Kayalar içine sıkışmış su
Denizdeki çalkantıyı bilmemeli
Bin ayak derinde
Yitirir sükûnunu.
IV.
Bir galen külçesi içinden
Düşünün gecenin uzayışını
Toz gümüşsü ışıltıları
Samanyoluna karşı tutun.
V.
Yalnız ilkbaharı hatırlayabiliyordu
Tamamile bilimsel olarak sırtından iğnelenmiş
Koleksiyon kelebeği.
Düşleri kanatlarında kalmıştı.
VI.
Kayalar içinden inen sular
Yitirdikleri ışığı söylüyorlardı.
Kör mağara dinliyordu;
Milyonca yıllık karanlığında
Güneşler vehmediyordu.
VII.
Siz bu dağın insanları
Dağınızla birlikte
Benden döndünüz ya:
Ağaçtan kayadan kopmak için
Çıra ateşlerinizi yakın.
İKİNCİ ŞİİR
I.
Düşünüyorum ki gülümsüyorsun
Buzlu dallar da düşünseler
Böyle düşünürler güneşi.
II.
Biz kayalar gibi sabrettik
Bir şey edindik ucunda
Elimiz yüreğimiz kadar bizim.
III.
Ay da varsa gökte
Gök koyu maviyse ve ay
Denizleri bir kulaç yükseltmişse
Kıyıda zeytin ağaçlarının altında düşünmek
Delilik olur.
IV.
‘Umudu’, işte o aynadan yansıttım
‘Olabilirdi’ çıktı görüntüsü
V.
Varyoslar külünklerle
Kurşun dağlar içinden çıkarmışlardı,
Kara vagonlar ışığı
Uzak şehirlere götürdüler.
VI.
Hoy gece rüzgârı
Mavi ellerile saçakta
Biçimliyen buzları,
Bilir misin
Zeytin rengi denizlere şimdi
Safran güneşler inmede.
VII.
Bari bir parça mor dağ,
Sarı ağaç, dalga, bulut,
Rüzgâr yosun kokan
Doldurabilseydik şu mendil içine
Gitmeden:
Tavanı gece, döşemesi gece dünyamızda
İtina ile açardık uçlarını
Seyrederdik hayretle
Sonra hatırlayıp
Ağlardık.
Dilmen, Güngör. Yücel 5 (Mart 1956): 283.
Güngör Dilmen, şiirin kudretiyle, mitolojinin derinliğiyle ve sahnenin büyüsüyle dokuduğu çok sayıda eseriyle Türk tiyatrosunun en parlak yıldızlarından biri olarak parlamaya devam ediyor. Ruhu şad olsun. Saygıyla anıyoruz.