Matar, “DÖNÜŞ” adlı kitabın yazarı olan bir Libyalı. Bu romanda, yurtsever bir ailenin Kral İdris’le başlayıp Kaddafi’nin zindanlarında geçen yaşamını anlatıyor. Kurguda, yazarın babasını araması var. Ailesiyle Libya’dan Mısır’a kaçan babası Hüsnü Mübarek tarafından Libya’ya teslim ediliyor. Orada işkence gördüğünü öğrendiği babasının bir türlü izini bulamıyor.

Öldürüldüğü neredeyse kesin olmasına karşın “Ya yaşıyorsa!” duygusu içindeler.

Kitaba başladığınızda önce biraz sıkılıyor, sayfa numaralarını izlemek zorunda kalıyorsunuz. Ama ilerledikçe, müthiş bir yazı ustası ile karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz.

Soyut kavramları somut simgelere dönüştürme başarısı insanı farklı boyutlara götürüyor. Kimi zaman da somut ögelere soyut kavramlar yükleyerek, düşüncelerinizle oynuyor, algılarınızı yönlendiriyor…

Pencereden duyulan bir patlama sesiyle ya da ışık gece birden söndüğünde oluşan psikolojik travmanın insanın fizyolojisini nasıl etkilediğini en iyi onun betimlemelerinde buluyorsunuz.

Kitapta bir özellik daha var: Belki çevirmenin yeteneğinden geliyor (Yasemin Çongar), cümleler yer yer çok uzun olmasına karşın sizi rahatsız etmiyor. Hatta nokta ile bölünmemesi hoşunuza bile gidiyor.

LİBYA’DAKİ MUSSOLİNİ SOYKIRIMI

Bizim nesil Libya’yı Kaddafi’nin ülkesi olarak tanıdı. Bu ülke bize şöyle anlatıldı: Kabilelerden oluşan Libya’yı Osmanlı, kolaylıkla uzaktan yönetti. Hatta öyle ki – çok da önemli olmayan Trablus Savaşı hariç- elden çıkması ve İtalyanlara teslim edilmesi de -o günün koşullarında- önemsiz gibi göründü.

Oysa Libya’da, bizim anlamakta zorlandığımız yurtsever bir damar varmış!

Dünya, soykırım olayına “Yahudi Soykırımı” penceresinden bakarak bu sözcüğü İsrail’in tekeline verdiği için, Hitler’in Yahudi soykırımı kadar Mussolini’nin de Libya’da soykırım yaptığını bilmiyormuşuz. O soykırım, toplanan insanların öldürülmesinden belki daha dramatik olmuş. İnsanlar aç kalsın diye kabilelerin hayvanları öldürülmüş, susuz kalsınlar diye kuyularına beton dökülmüş…

Libyalı Matar ailesinden olup siyasi nedenlerle kaçabilenler, Mısır veya İngiltere’de yaşamak zorunda kalmış, göçmenliğin acısını içlerinde duymuşlar!

Şöyle diyor Matar:

“…İnsanın ardında bıraktığı şey zamanla kayboluyor. Geri dönersen, çok değerli saydığın şeylerin ya yok, ya da çok değişmiş olduğu gerçeğiyle yüzleşiyorsun. Fakat Dimitri Şostakoviç de Boris Pasternak da, Necib Mahfuz da haklıydılar: Memleketinden asla ayrılmamalısın. Ayrılırsan kaynakla olan bağların kopar. Cansız bir ağaç kovuğu gibi kalırsın; dışın sert, için boş!”