Türkiye için önemli 4 kişi 4 ay içinde peş peşe hayatını kaybetti.

Ocak 1993’te Araştırmacı gazeteci-yazar Uğur Mumcu, uzun süredir üzerinde çalıştığı, “Derin devlet-PKK” ve bunların İsrail ile bağlantıları hakkındaki çalışmasını tamamladı ve çok önemli bilgilere ulaştı. Ancak, o bilgiler farkında olmadan Uğur Mumcu için sonun başlangıcı olacak, ardından 12’şer gün arayla iki büyük kazada iki devlet büyüğü hayatını kaybedecek ve Mumcu’nun araştırma sonucu ulaştığı bilgileri paylaştığı Cumhurbaşkanı Turgut Özal, bu yaşananlardan 2 ay sonra hala üzerideki “sır perdesi” kaldırılamayan bir şekilde hayatını kaybedecekti.

***

Türkiye için “Kara Pazartesi” olarak nitelendirilen 1993’ün Ocak ayında yaşananlara gelince… Gazeteci-yazar Uğur Mumcu, son derece gizli yürüttüğü çalışmasını tamamladıktan sonra Çankaya Köşk’ünü aradı. Cumhurbaşkanı Özal ile bir randevu talep etti ve yaptığı araştırmalardan bahsedip çok önemli delillere ulaştığını bildirdi. Cumhurbaşkanı Özal, Mumcu’yu dinledikten sonra duyduklarına inanamadı, hiç düşünmeden Mumcu’nun sözünü kesti; “Eşref Bitlis Paşa ile görüşün ve birlikte yanıma gelin” dedi.
Uğur Mumcu, telefonu kapattı ve hemen Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’i aradı. Paşa, konunun önemli olduğunu anlamıştı, fakat Ankara dışındaydı. Döner dönmez görüşmeyi gerçekleştireceklerini söyledi.
***

Uğur Mumcu konuyu Paşa'ya anlatırken, Cumhurbaşkanı Turgut Özal da konuyu danışmanı Adnan Kahveci ile paylaştı. Uğur Mumcu’nun Özal ile yaptığı telefon görüşmesinden sonraki 4 ay içinde bu; Uğur Mumcu’nun kendisi dahil bu 4 isim de peş peşe hayatını kaybetti.
24 Ocak 1993 sabahında, 29 yıl önce Ankara bütün dengeleri alt üst edecek bir “patlama” ile güne uyandı. Uğur Mumcu, evinin önünde park halindeki aracına binip, kontağı çevirdikten sonra, araca yerleştirilen bombanın patlaması sonucu faili hala meçhul bir suikast sonucu yaşamını yitirdi. Mumcu’nun uğradığı suikast ile ilgili pek çok senaryo üretildi. Hiç birinde de kesin sonuca ulaşılamadı.

12’ŞER GÜN ARAYLA İKİ KAZA

8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın danışmanlığını da yapan eski bakanlardan Adnan Kahveci'nin sırlarla dolu ölümü Uğur Mumcu suikastinden 12 gün sonra yaşandı. Ailesiyle İstanbul'a gitmek üzere, 5 Şubat 1993'te otomobiliyle yola çıkan Adnan Kahveci, Bolu-Gerede yakınlarında Gerede-Çaydurt bağlantısına geldiğinde "İstanbul gidişinin bariyerlerle kapatılması ve yol işaret tabelalarının değiştirilmiş olması" nedeniyle ters yola girdi. Yoğun sisin de etkili olduğu yolda Kahveci'nin kullandığı otomobil, başka bir araçla çarpıştı. Adnan ve eşi Füsun Kahveci olay yerinde hayatını kaybetti.

Türkiye henüz “neler oluyor?” diye çalkalanırken, Uğur Mumcu’nun yaptığı araştırmaları paylaştığı Adnan Kahveci’den 12 gün sonra da Eşref Bitlis Paşa’nın Ankara üzerinde helikopteri düştü ve hayatını kaybetti. Teknik arıza dendi. Eşref Paşa ABD güdümündeki Çekiç Gücün ülkeyi terk etmesini isteyenlerdendi. Amerika tarafından sevilmiyordu.
Turgut Özal çok şaşırmıştı. Neler oluyordu. Karşısında nasıl bir gücün olduğunun farkına vardı. Mumcu, Kahveci ve Eşref Paşa ani bir suikastla öldürülüp korku salınarak Özal yalnızlaştırılmak mı isteniyordu?

İKİ AY SONRA ÖZAL!

Eşref Bitlis’in ölümünden 2 ay sonra Özal, ani bir şekilde hayatını kaybetti. Bu ölüm ve diğerleri mahkeme süreçlerinde araştırıldı. Ama hiçbir sonuca varılamayıp dosyalar kapatıldı. Bu sır ölümlerle devlete de, devletin içindeki milli kanada sanırım verilmek istenen mesaj şuydu: “Milli kararlar alıp uygulayamazsınız! Kurduğumuz oyunları bozamazsınız!”

Balık artık tane ve dilimle satılıyor!

Kafama takılır bazen alır başımı inerim Kemeraltı’na. Ben hariç bizim ailenin tüm fertleri balıkçıdır. Verseniz haftanın her günü bir öğün balık yiyebilirler. Balık yazın “av yasağı” nedeniyle (deniz balığı) çok pahalı oluyor. Çeşme’deki Alaçatı, Dalyan ve Ilıca balık mezatlarına göre Ildır’da balık mezatta biraz daha ucuz olur. Kışın ise adresim Havra Sokağı’dır. Günlerden pazartesi Kemeraltı’na, doğrudan balık almak için Havra Sokağı’na gittim. Balık alacaktım. Tezgahlara göz atarken, sanki kırk yıldır tanışıyormuşuz gibi bir esnaf; Havra Sokağı'nda kirasını ödeyemediğini söyleyerek, "Para yok, halk sefalet içinde. Gramla veya taneyle küçük balık alıyorlar" demez mi? Şaşırdım!.. Gayri ihtiyari; “Birader çok pahallı da ondan” demişim...

Gerçekten de öyleydi; bazı balıkların kilosu 250 liraya dayanırken esnaf işlerinin azlığından, yurttaş ise hayat pahalılığından dert yanıyordu. Alt tarafı bir balık almaya gelmiştim, bir saate yakın vaktim dert dinlemekle geçti. Hele gazeteci olduğumu öğrenince, bir esnaf çay söyledi, emekli olduklarını sonradan öğrendiğim üç-beş de bize katıldı; anlayacağınız dert dökme-dinleme meclisi kuruluverdi. 

Havra Sokağı esnafı, yüksek maliyetler nedeniyle çalışan sayısını azalttıklarını ve kiralarını ödeyemez duruma geldiklerini anlattı. İşlerin iyi olmadığını vurgulayan bir esnaf, çayını yudumlarken şöyle konuştu: “Fiyatlar çok yüksek. Çuprayı 40 liraya satıyorduk, 65 oldu. Sardalya 20'den 30-35 liraya yükseldi. Hem mal yok, hem de dolardan sonra her gün zam geliyor. Somonu 180 liradan kim alacak? Ne kadar satabileceğiz? Eskiden 5 tane satıyorduk, şimdi 1 tane zor satıyoruz. Mazota zam geldikten sonra kayıkçılar tur atamıyor. 50 kayık varsa 30 tanesi balığa çıkmıyor. Daha elektrik faturaları gelmedi. Burada 6 kişi çalışıyorduk, şimdi 2'ye düştük.”
'İNSANLAR BAKIP GİDİYOR' 

Bir diğer esnaf: “İnsanlar boynunu büke büke bakıp gidiyor. Para yok. Somon balığını daha önce 85-90 liraydı, şimdi ise 180 liraya oldu. Bir somon balığını iki günde anca satabiliyoruz. Vatandaş iki üç dilim alacağına bir dilim alıyor. 200 gram balık alıyor. Biz nasıl iş yapacağız, nasıl kiralarımızı ödeyeceğiz.”

TANE İLE SARDALYA
Sardalyayı tane ile satmaya başladığını belirten esnaflardan bir diğeri, “İnsanların alım gücü çok düştü. Sayıyla istiyorlar artık. Biz de bir şey diyemiyoruz. Her şey bu hükümetin yüzünden. Bütün cefayı biz çekiyoruz” şeklinde konuştu. 

BALIK BOL ALAN YOK!
Bir akşam yemeğinde iyi bir balık yemenin maliyetinin 250 lirayı bulduğunu söyleyen başka bir esnaf ise şunları söyledi: “Tezgahta balık var, insanlar alamıyor. Çünkü para yok. Çupra, levrek fiyatları 55-60 lira. Deniz çuprası 150-200 lira. Barbun 150 lira, karides 250 lira. İnsan şuradan özenerek balık alsa 250-300 vermek zorunda. Milletin maaşı ne ki?  Adam çıkmış evinden 'Benim param yok, gezmeye geldim' diyor. Cebinde 5 kuruş para yok. Acıyıp yarım kilo balık veriyoruz. Patlıcan 25 lira. Amerika'da mı yaşıyoruz?”

'UMUDUMUZ YOK'
Esnaf içini döker de emekliler durur mu? Birer sandalye çekip yanımıza oturan ve çay bardağını sıkıca tutarak ellerini, yudumlayarak içlerini ısıtmaya çalışan emekli yurttaşlar da bir ağızlarını açtıklar ki, sormayın? 

Eskiden haftada bir ya da 15 günde bir balık aldığını belirten emekli bir yurttaş şöyle konuştu: “Hamsi, sardalya gibi balıkları o da 200-300 gram alabiliyoruz. Diğerlerine gücümüz yetmiyor.”  

Bir başka emekli yurttaş ise şunları söyledi: “3 kişiyiz. Oğlum üniversitede okuyor, evim kira. Aldığımız 2.5 milyar (2 bin 500) para. Bununla ben ne yapayım? Balık almaya geldim, almadan geri gideceğim. 5 kiloluk ayçiçeği yağı 109 liraya aldım. Bir makarna 7.5 lira olmuş. Nasıl idare edeceğim, nasıl ev geçindireceğim? 700 lira elektrik parası olur mu, 3 nüfuslu bir aileye? 280-290 iken şimdi 700 lira geldi. Yüzde 25 verdiler, bir kalemde elimizden aldılar.” 

UTANDIM; ALAMADAN DÖNDÜM 

Vallahi ne yalan söyleyeyim, utancımdan o dondurucu soğukta balık-balık alamadan Havra Sokağı’ndan ayrıldım, eve döndüm. Şimdi o kadar dert, anlatırken gözleri dolan insanları dinledikten sonra, 'Ver şuradan bir kilo sardalya, bir kilo da hamsi ya da dört parça çupra ya da yarım kilo karides' diyemedim.