Alaçatı’yı bir kadın yarattı…

Çok iyi anımsıyorum. Yeni Asır’da muhabirlik günlerimdi. Gazetede haber arayışı ve gündeme haber verebilmek için uğraşırken telefonum çaldı. Bir arkadaşımdı arayan; “sana bomba gibi bir haberim var” dedi.

-“Turyağ Yönetim Kurulu Başkanı Şevki Figen var ya; evleniyor” diye devam etti.

-Kim ki bu şanslı hatun? demiştim.

-Leyla Hanım; kendisi bir çiçekçi. Şevki Bey’e sırılsıklam aşık, Şevki Figen de “Leylam” diyor, gözü başka kimseyi görmüyor diye başladı anlatmaya…

Ertesi güne haberi yetiştirdim. Biri dünyanın en büyük temizlik malzemeleri üreticisi olan bir şirketin Türkiye’deki en üst düzey yöneticisi “patronu”, diğeri kendi halinde küçük bir çiçekçi esnafı. Tıpkı; “Leyla-Mecnun” gibi bir aşk hikayesi... Kardeşiniz hiç kaçırır mı? Yine unutmuyorum; ballandıra ballandıra anlatımla yazmıştım bu ilk haberi; İzmir’in Leyla Mecnun’u başlığıyla…

***

Bu anıyı neden anlattım biliyor musunuz; o Leyla, (Leyla Figen) Mecnun’unu (Şevki Figen’i) ikna ederek bugün; Var olan ama 90’lı yıllarda bile bir avuç insanın yaşadığı, kimsenin tanımadığı, adını bile bilmediği bir kasabayı; Alaçatı’yı, neredeyse dünyanın bir numaralı turizm merkezi haline getiren “kadın” oldu. İzmir’in Leyla ile Mecnun’unu o gündür bu gündür hep takip ettim. Alaçatı ile ilgili çabalarını ilk duyduğumda; “zengin bir hatunun, vakit geçirmek için sonuçsuz kalacak hobisi diye” düşünmüştüm. Demek ki, O’nun kadar ileri görüşlü değilmişim. Çünkü o 90’lı yılların sonunda sadece Alaçatı’nın bugününü öngörmekle kalmamış, bugününü yaratan bir Türk Kadını olarak tarihe adını yazdıracakmış. Leyla Figen olmasaydı, Alaçatı belki yine var olacaktı. Ama bu güzelliği, bu ruhu olur muydu; tartışılır? Bence Alaçatı vizyonunu yaratan el, Leyla Figen’in öpülesi elleridir.

İki aşkı vardı; Şevki Figen ve Alaçatı… İki aşkını da yaşadığı süre içinde hiç terk etmedi, biri erkek, diğeri bir kasabayı “zirveye” taşıdı.

O yıllarda, bir tek sörfçülerin adını bildiği Alaçatı’nın yaratıcısı Leyla Figen’in bu köhne kasabaya olan tutku-aşk ve sevgisini hayat arkadaşı Şevgi Figen şöyle özetlemişti: “Leyla tesadüfen gittiğimiz bu kasabaya, (Alaçatı) 'ilk bakışta' denir ya, aşık oldu. Beni ikna etti, küçük bir ev aldırttı. Orada kalmaya başladık. Sonra evimizin tam karşısındaki hayvan yem deposunu bir kafeye dönüştürdü. Kuş uçmaz, kervan geçmez kasabada, herkese ilham veren 'Agrilia Cafe'yi açtı. Ardından yakın arkadaşı Zeynep Öziş’i 120 yıllık bir Rum Konağı’nı bir yılda yeniden ayağa kaldırması için cesaretlendirdi ve Alaçatı’nın ilk oteli; Taş Otel yine O’nun sayesinde açıldı.” Agrillia ve Taş Otel ünlü Alaçatı’nın öncüleri oldu, ardından özellikle İstanbul’dan kaçıp hayatını yaşamak isteyenlerin hücumuna uğradı. Ve, bu küçücük köhne kasaba, Alaçatı’nın öncüsü; Leyla Figen ile 'kimliksiz bir hayattan', bugün cıvıl-cıvıl, insanların bir gece için 200 ila-600 dolar ücretlerle konaklama yarışına giriştiği dev bir turizm merkezi haline dönüştü.

***

Bizim mesleğin ilk kadını: Selma Rıza (1872-1931)

Korkuyla evin penceresinden bakan bir kadın ve dışarıda evi kuşatan bir sürü insan. Şeriat naraları atan bu kalabalık, büyük bir öfke içinde. Tek amaçları birazdan sokakta çıkan kargaşayı fırsat bilip kaçacak olan bu kadını öldürebilmek. Bu kadın kim biliyor musunuz; İlk Türk Kadın Gazeteci meslektaşımız Selma Rıza… 

Tarihe 31 Mart olayları olarak geçen söz konusu o gün kaçmamış olsaydı, İstanbul’da ikinci bir “Kubilay” vahşeti yaşanacak ve Selma Rıza başı kesilerek öldürülecekti. Peki ne istiyordu bu gerici caniler bir kadın gazeteciden?  Selma Rıza; o yıllarda kızların okumasını savunmuş. Bir erkeğin 4 kadınla evlenmesine karşı gelmiş ve mirastan eşit pay alınmalı demiş. 'İki dudak arasından çıkan sözle bir kadını boşayamazsın' demiş.  Ölüm fermanı bunun üzerine alınmıştı.  İşte 31 Mart Ayaklanması'nın patladığı saatlerde Meşrutiyet karşıtı softaların, onun kapısının önünde belirmesi için bu sebepler yetip de artmıştı bile.

Selma Rıza’nın öldürülmesi, linç edilmesi için tabi ki çok daha fazlası vardı. Çünkü içerdeki kadın, İttihat Terakki'nin tek kadın üyesi Selma Rıza idi. İlklerin ve teklerin kadını Selma Rıza. İlk kadın gazetecimiz ve Sorbonne'da okuyan ilk Türk kadını Selma Rıza. Kızılay'ın kurucularından ve 20 yaşında Uhuvvet adlı romanı yazan Selma Rıza... Belki de en önemlisi, Milli Mücadele yıllarında Halide Edip mandayı savunurken, Halide Edip'e haddini bildiren Selma Rıza... Selma Rıza’nın rahat bir yaşamı hiç olmadı. Hep mücadele etti. Gerici ve tarikat mensuplarının saldırısına uğradı, kadın hakları için kıyasıya hem erkeklerle hem de erkeklerin yanında yer alan kadınlarla boğuştu. Tabi bir de Kurutuluş Savaşı yıllarında yabacılara yaranmak için vatanı bile satmaktan geri kalmayan kukla hükümet ve onların adamlarıyla… Bunca çaba ve kadın hakları başta olmak üzere vatanın bütünlüğü ve bölünmezliğiyle bunca çabaya rağmen, ne yazık ki bu İlk Türk Kadın Gazetecimiz öldüğünde bile yalnız bırakıldı; cenazesine sadece 5 kişinin katıldı. Bugün çoğumuz Selma Rıza'yı bilmiyoruz.

Yine bugün İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanlığı’nda bir kadın meslektaşımız Dillek Gappi oturuyor. Dilek Başkan, Selma Rıza’yı yaşatmalı, gün yüzüne çıkarıp 91 yıl sonra da olsa O’nu genç meslektaşlarımıza tanıtmalı, hak ettiği değeri vermeliyiz.

Kaynak: Dilara Çelik, İttihat ve Terakki'nin Tek Kadın Üyesi Selma Rıza, Selanik Yayınevi, S.2 alıntı.  

--------------------------------------------------

GÜLERİZ HALİMİZE…

Dünya Ekonomik Forumu'nun 2020 Cinsiyet Eşitliği Raporu, bu konudaki politika ve uygulamalarda aynı hızla devam edildiği durumda kadın ve erkeklerin eşit işler için eşit ücretler almasının 257 yıl sonra mümkün olabileceğini öngörüyor. B istatistikler kadının toplumsal hayata ve iş gücüne katılımı tam da, gülerimiz ağlanacak halimize dedirtiyor.

----------------------------------------

Neptün Soyer bu yazıyı hak ediyor…

İzmir’in “first lady”si

“Lidere yardımcı eş” tanımıyla Neptün Soyer, 8 Mart 2022 Dünya Çalışan Kadınlar Günü’nde bu yazıyı ikinci kez hak ediyor. İzmir belki böyle bir kavrama “lidere yardımcı bir eşi” normal karşılamaya ve kabullenmeye gördüğüm kadarıyla pek hazır değil; bunu da yakınmalardan hissediyorum. Çünkü; ta Osman Kibar sürecinden başlarsak; Ne Bayan Kibar, ne Bayan Alyanak, Ne Bayan Özfatura, ne Bayan Çakmur ne Bayan Piriştina ne de Bayan Kocaoğlu, seçilmiş kocalarının belediye yönetimlerinde “yardımcı eş” pozisyonlarında olmadılar. Sosyal ve kültürel çalışmaların içinde yer alarak Başkan Kocaları’na destek verdiler o kadar. Anımsadığım kadarıyla seçim süreçlerinde aday olan kocaları için ayrı ekipler kurarak ilçe ilçe, mahalle mahalle, ev ev çalışma yapan Mine Piriştina ve Neptün Soyer’i biliyorum. Şöyle ki; Neptün Soyer, İzmir’in sosyal-kültürel ve siyasi hayatında, daha önce görmediğimiz kadar eşinin yanında aktif bir rol oynuyor. Neptün Soyer, Soyer İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmeden önceki Seferihisar’da da eşine yardımcı olan bir “lider eşi” idi. Bugün, eskisine oranla daha da artan bir ölçüde, “karar verici” olarak değil, “destek hizmeti” vererek, vaktinin çoğunu eşine ayırıyor. Şüphesiz bu da zaman zaman kendisini “hedef” haline getiriyor. En basitinden Soyer’i eleştirmekten çekinenler Neptün Hanım’ı hedef alıyorlar. Soyer’i etkilediği iddiasıyla hedef gösteriyorlar. Oysa benim tanıdığım Tunç Soyer, bir karar verdiğinde onu kimse bundan caydıramaz; bu bir... İkincisi, Soyer’in eşiyle her şeyi serbestçe tartışma gibi bir yapısı olsa da, asla etkilenmez.

Üretimden, köylüden, kooperatifçilik, tarım ve hayvancılık ama en önemlisi kadın emeğinin değerlendirilmesini “yaşam biçimi” olarak kabul eden, sapına kadar Cumhuriyet kadını Neptun Soyer’i, izin verirseniz 8 Mart Dünya Kadınlar Günü 2022’nin “sembol” ismi seçmek istiyorum. Dobra bir kadın kendisi. Düşündüğünü çekinmeden söylemesi ile fark yaratıyor. Bu da Karadeniz kadını olmasından herhalde. Düşünülenin aksine attığı her adımı eşinin belediye başkanlığından asla güç almadan gerçekleştiriyor. Ve bilmiyor olabilirsiniz; eşini öven değil, eşini eleştiren bir yapıya sahip. Tunç Soyer, İzmir siyasetinde ve yerel yönetiminde önemi arttıkça, ister istemez Neptün Soyer de dikkatleri çekmeye başladı. Çünkü O, diğer belediye başkanlarının eşlerine benzemiyordu. Eşinin her anlamda tam bir yardımcısı gibi çalışmaya başladı.

Tunç Soyer’in hep yanında yer aldı. Tunç Başkan ile gittiği her yerde O halkın arasına karıştı, köylülerle dertleşti, varoşlarda, kadınlarla konuştu, dertlerini dinledi. Köy-Koop’un başkanı olması da Soyer’in yardımcılığının bir devamı gibiydi. Ama şu ilkesinden hiç vazgeçmedi: ‘Yaptığı her şeyde, asla onun işlerine karışmaksızın yardımcı olmaya çalışıyorum.’

Neptün Soyer, İzmir’de farklı bir figür, bir lider eşi olarak kent tarihinde yerini alacaktır. Bugün de, yarın da, Tunç Soyer’e kızanlar ama itiraz edemeyenler Neptün Hanım üzerinden onu eleştirmeye devam edecektir.

Kısacası o Başkan Soyer’in hep “paratoneri” olacaktır.