İnsanlık tarihi üç bölüme ayrılabilir:

  1. Büyü Çağı,

  2. Din Çağı,

  3. Fen Çağı.


Şimdi tutup, “Peki biz hangi çağı yaşıyoruz?” diye sorup, ayıbımızı yüzümüze vurmayacağım. Bugün, okumakta olduğunuz “Dört Köşeli” köşemde, on yıllardır yaşayageldiğim bir “Büyü Olayı”nı size açacağım:
-Kalk düğüne gidelim!
Ayağı uyuşan ya da oturduğu yerden kalkmak istemeyen kadınlara böyle denir bizim Ege'de.
Anam Emine Dudu, bu sözün sık sık söyleneceği Türk analarından biriydi. Çoğu zaman, ocaktaki köseğileri (ucu yanık odunları) karıştırırken, bir yandan dua edermiş gibi mırıldanırdı:
Ooof” demem, “derim Allah!” yerimden kalkasım, ellerle gülesim yok. Şükür olsun yaşadığım hayata...
Kapıdan sesleniverirdim:
-Kalk ana, düğüne gidiyoruz.
Anam, ak şamısını alnının üstünden geri iterken sorardı:
-Kiminmiş düğün?
-Küçük Memet'lerin Gülsiye'nin...
-Bize okuntu (çağrılık) gelmiştir. Onlar bizim düğüne gelmişler, horoz da getirmişlerdi. Şimdi gitmesek ayıp olur...
Hep böyle olmuştu.
Çaltılıçukur'un aşağısındaki harman yerinde kurulmuştu düğün. Davul gümleyip zurna cartlarken, köyümüzün tarlada ırgat, evde gelin gibi olan kızları, meşhur düğün oyununu oynuyordu:
Ay alaylar bulaylar
Temeli süzgün alaylar...”
Önce, Hacı Dümbü'lerin Hürmüz farketti geldiğimizi. Ellerini ağzına megafon yapıp seslendi:
-Heey millet; Dudu Ana ile Şadan gelip duru! Kesin zırıltıyı, Şadan Abi “Büyü” şiirini okusun bize!
Katıldığım her düğün dernekte başıma gelen şeydi bu. Ümit Kaftancıoğlu'nun, Edirne Yolüstü Köyü'nden derlediği “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” türküsü gibi.
Yıl 1962, mevsimlerden güz. Tecil edilmiş askerliğimi “gördüğüm lüzum üzerine” öne aldırarak, Yd. Sb. Adayı olarak Mamak Muhabere Okulu'na gidiyorum. Kompartımanda aynı okula ve Polatlı Topçu Kışlası'na gitmekte olan 10 kadar genç var. Adının Kemal olduğunu öğrendiğim bir genç, “bir dostuna sırrını açıyormuş gibi” bir şiire durdu:

BÜYÜ”
İlk ve son kez orada dinledim bu şiiri. Uzun yıllar boyunca bir daha ne başka birinden dinledim ne de bir yerde okudum. Ama, aklımın işi böyle şiirleri, belleğimin mermerine kazımak.
Yıllar, on yıllar sonra bu şiirin Erdoğan Alkan'a ait olduğunu öğrendim. Şarkışlalı ve o sıralar Çat Kaymakamı imiş. Sonra TRT'de meslektaş olduk. Kendisi, hemşehrisi Aşık Veysel belgeseliyle ününe ün kattı. Veraline'den, Rimbaud'dan, Baudlaire'den, Mallarme'den çevirileriyle isim yaptı.
Bir vesile ile, İzmir'de kitapçı Erdal İlgen'den şairimizin “Eylül Çalgıcısı” kitabını edindim. Kitapta, “Büyü” ile birlikte birçok akılda tutulası şiiri daha vardı Alkan'ın. Bir şey daha: Alkan, bazı şiirlerinin Zülfü Livaneli tarafından -izinsiz- alınıp bestelendiğini öne sürüyordu.
Ben bunları aklımdan geçirirken, düğün alayında alkışlar ve sesler yükseliyordu:
-Şadan, Büyü, Şadan, Büyü!...
Onları ve sizi kırmak olmaz. Buyurun size “BÜYÜ”: Düğünlerde, derneklerde okursunuz:

BÜYÜ

Şeytan Dağı'ndaki mağarada
Duydum büyücü bir kadın yaşarmış
Aşka inanmayan taş kalplileri
Büyüler, kara sevdalı yaparmış.
Yüreğimde yenilginin acısı
Yollandım Şeytan Dağı'na
Az gittim, uz gittim derken bir akşam
Vardım büyücünün mağarasına.
Dedim ki; Bir halden bilmeze düştüm
Al bütün varımı yoğumu
Bir büyü yap da anlasın
Sevdanın ne yaman şey olduğunu.
İki yürek oydu iki taştan
Koydu bulanık bir suya
Üç vakit sonra gel” diye
Seslendi kör bir kuyuya.
Üç gün, üç ay, üç yıl bekledim;
Bir kuşluk vakti çalındı kapım;
O kendini beğenmiş delidolu kız
Ne hallere düşmüştü Allah'ım!
Kara gözlerinde şimdi
Kara gecelerin çilesi vardı,
Ağladı, kapandı ayaklarıma;
Sev beni, sev!” diye yalvardı.
Git” dedim, “İstemiyorum artık,
Biraz da sen öğren ağlamasını,
Geceler boyunca duy bir yol
Yalnızlığın kahreden acısını.
İnanmayın dostlar inanmayın
Ne büyücü var ortada ne de büyü
Yıllardır kendimi avutmak için
Uydurdum bu yaşanmamış öyküyü.

Erdoğan ALKAN