Çarşamba sabahı, saat 08.30 civarı... Sevdiğim bir dostum, art arda fotoğraflar ve bilgiler yollamaya başladı cep telefonuma. O kadar hızlı geldi ki, hem korktum hem de meraklandım.

İşte ilk mesaj: “Havra girişi … Fırında yangın.”

İkinci mesaj: “5 itfaiye aracı söndürmeye çalışıyor.”

“Eyvah” dedim kendi kendime. Havra Sokağı, İzmir’in en eski yerleşim bölgesi, en kadim alışveriş bölgesi. Gözümün önüne İkiçeşmelik, Anafartalar, Hatuniye, Basmane geliverdi birden.

“Ya yangın yayılırsa... Ya İkiçeşmelik’i de yutarsa?”

Neden Allah’ım neden? Neden bu umursamazlık? Hem de öyle bir umursamazlık ki bu “bölgeye”, neredeyse 250 yıldır. Söndürüldü şükür ki yangın. İzmir İtfaiyesi yine yüreğindeki kent sevgisiyle izin vermedi bu “yok oluşa.”

Sonra sağı solu aramaya başladım. Aldığım bilgiler gerçekten ürkütücü. Bu olaya “sıradan” bir “yangın” olarak bakan ruhsuzlara teessüf ederek yazacağım şimdi. İzmir’i İzmir gibi seven ayrımsız herkesi davet ediyorum bu “kadim kentteki kadim umursamazlığı” yok etmek için. Bu “birlikteliğin” siyaseti olmaz, taraflılığı da tektir. Ya “İzmir’den yana” olunacak ya da “İzmir’i yok etmekten yana!”

Havra Sokağı yangınını başta İzmir Valiliği, İzmir Büyükşehir ve Konak belediyeleri ve İzmir Emniyet Müdürlüğü ciddi olarak masaya yatırmalı. Ama ilk önce Valilik ve Emniyet. Çünkü yangınların son üç dört yıldır çıkış nedenlerinin başında bilerek ya da bilmeyerek kasten çıkarma olduğunu tüm esnaf söylüyor. Kemeraltı’ndan Havra dâhil Çankaya’ya, hatta Anafartalar’a dek sağlı sollu ciddi asayişsizlik neredeyse alışkanlık oldu. Bu bölgeler, ne yazık ki devletin bilgisi dâhilinde fakir fukara, garip guraba ve mülteci, kimsesiz, bîmekan insanların sığınağı hâline geldi.

Bölgeyi çok iyi bilen dostum (ismi şimdilik bende kalsın) bakın ne dedi: “Bu bölgede 2500-3000 tescilli yapının 500’ünün âtıl ve metruk, en az 2500 tanesinde kaçak insan-işletme var. 10.000 yapı stokunun neredeyse yarısı böyle demek bu. Acilen metruk ve niteliksiz bina envanteri yapmalı.”

Çarşamba sabah Havra’da yanan ya da yakılan 3 parsel varmış, yangından etkilenmiş toplamda 8 parsel bulunuyormuş.

Açıkçası şu İzmir Valiliği “umursamazlığı” sürdürdükçe, bölge asayişi “saldım çayıra mevlam kayıra” devam ettikçe Kadim İzmir yanar, biter, kül olur...

Gerçekten aklım almıyor. Herkeste bir romantik hava, bir romantik sevgi pıtırcıkları misali “Kemeraltı, Basmane çok güzel, döner kebap çok güzel, şerbetler de ferahlatıcı...” kelamları. İyi de kardeşler, tekrar ediyorum, İzmir yanıyor, birileri sadece seyrediyor.

Havra yanınca TARKEM’i merak ettim. Sordum, projelerine artık duvar örüyorlar, kilit takıyorlar, tel örgüler çekiyorlarmış. Ama sahipsiz metruk binalardan atlayanlara engel olamıyorlarmış. Ve öğrendiğim şu ki, eğer İzmir Büyükşehir Belediyesi son zamanlarda yıkımlar yapıp boşluk oluşturmasaydı Akın Pasajı da kül olacaktı. TARKEM’in bir yapısında, 4 kez kaçak girip, avlusunda uyuşturucu kullanmış kişilerin ateş yakarak ısınmaya çalıştığı tespit edilmiş. Bu yangının da soğuktan korunmak isteyen insanlar tarafından kaza eseri çıkarılma ihtimali olabilir.

Acil olarak bu bölgeye yeni bir “emniyet ayrıcalığı” getirilmeli. Eğer bölge üzerinde “birilerinin” şeytani planı yoksa, görev öncelikle İzmir Emniyet Müdürlüğü’nde. Ve şahsen önerim; gerek Havra gerekse Basmane civarında emniyet personelinin “arkadaşlık, dostluk, yârenlik” etmesine izin verilmemesi gerekiyor.

Son bilgi… Bunu Emniyet yetkilileri araştırıp netleştirebilir. Bölgenin arka sokaklarında, kaçak depolama, konaklama ve başka işlerin acil olarak ve istikrarlı, önlenmesi gerekiyor.

Kemeraltı bütününde, Anafartalar ve Hatuniye çevresinde özellikle “hırsızlık” olaylarının arttığını biliyorum. Bunun yanında Hatuniye Camii çevresinde de oldukça “tuhaf” işler oluyor ki, bu işlerin fotoğrafını burada yayınlamaktan hicap duyarım. Bana kadar gelen olumsuzluklar nedense yıllardır vali ve emniyet müdürlerine nasıl gitmez, anlamak mümkün değil!

Size gelecek yazıda “asırlık umursamazlığı” yazacağım artık. Sanki bir ya da birkaç güç, iki asırdır İzmir’de özellikle “Türk, Musevi” bölgelerini “özellikle yok etmek” için uğraşıyor. İnanın bu “güçlerin yerli iş birlikçilerini” biliyorum. Salı günü “pimi” çekeyim diyorum, ne dersiniz? İzmir’i sadece “hikâye” anlatarak koruyamadığımızı anlamamız lazım efendiler!

***

Bir damla da sen kurtar!

Başlığa dikkat etmenizi, birkaç kez okumanızı öneriyorum. “Bir damla” ile anlatılanın “su” olduğuna da dikkat ediniz.

Belki şu anda elinizdeki bir bardak suyu içeceksiniz. Önce bardağınıza bakın. Düşünün ki, bardağın tamamı değil de üçte biri dolu. Ama ihtiyaç duyduğunuz bir bardak... Ne düşünürsünüz?

Kuraklık tehdidi, susuzluk riski, buharlaşmanın sonuçları derken, bir bakmışız dünya da, ülkemiz de, kentimiz de susuzluğun pençesinde.

Şimdiden bireysel olarak, inanarak tasarrufa yönelmemiz gerekmez mi?

Örnek veriyorum. Ege Bölgesi Sanayi Odası, İzmir Ticaret Odası, İzmir Esnaf Birliği üyeleri düzeyinde susuzluğa karşı senaryo üretiyor mu? Çünkü biliyoruz ki, kuraklığa giden yolun taşlarını sanayi ve ticaret kuruluşları da döşüyor. Sanayide kullanılan suyun geri dönüşümü, atık su işleyişi var mı? Binaların gaz salınımı, araçların etkisi düşünülüyor mu?

Sabah ve akşamları yüksek bir yerden İzmir’e bakıyor musunuz?

Erken saatlerde yola düşerim çoğunlukla. Bornova istikametinden Çankaya’ya doğru giderim. Ve kentimin üzerine çöken o sis gibi, gaz gibi dumanımsı havayı görürüm. Nedir bu sizce?

Kentimizin inşaat müteahhitleri ne kadar bilinçli? İzmir Ticaret Odası bu konuda bir çalışma yapıyor mu? Peki araç yıkama, halı koltuk yıkama ticarethaneleri, esnafları? Berberler, kuaförler, lokantalar, kahvehaneler? Her ne kadar şimdi salgın yüzünden kapalı da olsalar, yarınlarda hepsi açılacak. Gerçekten söylüyorum: SUSUZLUK KURAKLIK kapımıza kadar geldi:

İZSU’nun bir çalışması geçti elime. Aralık ayına ilişkin bir raporlama bu. Bakın okuyun, insanoğlunun doğaya yaptığı ihaneti, doğa affetmiyor işte. Yağmursuzluk, iklim değişimi İzmir’in baraj ve kuyularını nasıl etkilemiş:

Tahtalı Barajı 2019 aralık ayı doluluk oranı %67. 2020 aralık ayında oran %37. Alaçatı Kutlu Aktaş Barajı 2019 aralık ayı doluluk oranı %51. 2020 aralık ayında ise %38. Gördes Barajı 2019 aralık ayı doluluk oranı %8. 2020 Aralık ayında bu oran %3,88. Ürkmez Barajı 2019 aralık ayı doluluk oranı %57. 2020 aralık ayında %40. Güzelhisar Barajı 2019 aralık ayı doluluk oranı %64. 2020 aralık ayında %47. Kuzey kuyularında 5-10 metre arasında güney kuyularında ise 40-60 metre aralığında su seviyesi düşüklüğü gözlenmektedir.”

Bir daha okuyun isterseniz. Ne sonbahar kaldı ne ilkbahar. Söyler misiniz yaşadığımız mevsimin adı ne?

Siyaset üzeri, partiler üzeri, menfaatçilik dışında acil birliktelikler yapılması zorunlu. DSİ’nin başka bazı kentlerde yaptığı gibi, İzmir’de de çok sıkı ve köşe bucak “yeraltı suyu kullanım denetimi” yapması gerekiyor. Tarımda “az su” kullanım yöntemleri araştırılıp, çiftçiye maddi destek de verilip uygulamaya geçilmesi gerekiyor.

İnanın bana bu çalışmalar köprüden, barajdan, havaalanından, uçaktan, tanktan, füzeden daha önemli. Bugün belki dünya “coronayla mücadele” içinde ama yakın gelecekte “içecek su” bulamadığımızda neler olacak düşünmemiz gerekiyor.

Ben yazmaya devam edeceğim... İmkânım olsa daha çok öğrenip, kapı kapı dolaşıp anlatırım bu tehlikeyi.

***

“Kent ve bellek” okunmalı

Duydunuz mu bilmiyorum. Buca’da bir dergi yayım hayatına girdi. Buca’nın efsane gazetesi Özlem, artık kent kültürüne, kent tarihine de ışık olacak. Ama İzmir’in “vefasız” yönü, bu dergiye ne kadar yaşama ömürü tanıyacak bilemiyorum. Benimkisi sadece yürekten “uzun ömürlü” olması dileği.

Zafer Kaplansoy, Buca’nın kıdemli gazetecisi. Babasından aldığı bayrağı hiç düşürmedi yere. Benim de çok sevgili dostum. Şirinyer’deki mütevazı ofisinde yediğimiz karpuz, peynir, ekmekleri hiç unutamam. Sevgili kardeşim Mahir Dinç de o öğle karpuz zirvelerimizin olmazsa olmazıydı. Mahir’in o muhteşem kalemi ve güzel yüreğinden çıkan satırları okumayı da çok özledim doğrusu.

Buca Özlem, şimdilerde “Kent ve Bellek” dergisi de çıkarıyor. Sevgili hocam Oktay Gökdemir’in Genel Yayın Yönetmenliğinde, 3. sayısında müthiş yazı ve araştırmalarla okumamıza sunulmuş. Son sayıda tarihteki İzmir depremlerini, önemli isimlerin kalemlerine bırakmış. İlhan Pınar ustadan Melih Tınal hocaya muhteşem makaleler var. Oktay Gökdemir hocamın yeniden yazmaya başlaması ve aydınlatıcı yönünü konuşturmasına mutluyum. İzmir’i İzmirce düşünen Oktay Hoca “Kent ve Bellek” dergisinde de konuşturmuş aklını ve becerisini.

İzmir tarihi bilinmeyenlerle, gizemlerle dolu. Ne yazık ki bu “bilinmeyenleri” ve de “gizemleri” yaratan güçlerin, İzmir kültür yaşamını da özellikle son 150 yıldır sürekli dinamitlediğini biliyorum. Bu “dinamitlemeyi” son 60-70 yıldır da İzmir’de bazı “akademisyenlerin” ne yazık ki “resmi statükocu tarih” anlayışıyla papağan misali devam ettirdiklerini görüyoruz. Sonuçta İzmir’in yakın geçmişinde özellikle İngiliz etkili tarih yazıcılığının, düşmanlığa dayalı palavraları ciddi boşluklar yarattı. Kent tarih ve kültüründeki süreli yayın eksikliği de bazı “şehir efsanelerine” dönüşüp, bazı “hainleri” kahraman, bazı kahramanları da “yok saydırdı”. Sonuçta “okumuş cahillerin” sayısı arttı.

Kent ve Bellek Dergisi’ne başarılar dilerken, yeni nesli de araştırmaya yöneltmesini diliyorum. Artık İzmir’de “yeni bir şeyler söylemek ve yazmak zamanı geldi” galiba. Emperyalizmin “gizemli” iş birlikçilerinin artık “durdurulması” elzemdir.