‘Kefere kethüdalığının, Osmanlı taşra idari teşkilatında resmi bir makam olduğu anlaşılıyor ama bu kethüdanın pratikte ne tür sorumluluğu olduğuna dair elimizdeki veriler sınırlıdır. Kısacası görevi; İzmirli mahkûm Rum kaçak erkekleri bulmak ve cezalarını çekmeleri için Osmanlı donanmasına iade etmekti.

1558 tarihli bir Osmanlı arşiv belgesinde, ‘İzmir Kefere Kethüdası Yorgi’ ibaresi geçer. Bu belgeye göre, Rum Ortodoks Yorgi, resmi bir görev için İzmir’den İstanbul’a Divan’a gelmiştir. Onun görevi, gemilerde küreğe konulmuş ama firar etmiş İzmirli birkaç Rum erkeğin yakalanarak Osmanlı gemilerinde tekrar küreğe konulmasını sağlamaktı. Kısacası görevi; İzmirli mahkûm Rum kaçak erkekleri bulmak ve cezalarını çekmeleri için Osmanlı donanmasına iade etmekti. ‘Kefere Kethüdalığı’nın, Osmanlı taşra idari teşkilatında resmi bir makam olduğu anlaşılıyor ama bu kethüdanın pratikte ne tür sorumluluğu olduğuna dair elimizdeki veriler sınırlıdır.

Kethüdaların, Osmanlılar'dan önce Anadolu’da mevcut olduğu belgelenebiliyor. Kethüdalık makamı, Osmanlılara İlhanlılar ve Anadolu Selçukluları yoluyla geçti. Malum olduğu üzere, İran’da İlhanlılar devrinde kethüdalar vardı. On üçüncü yüzyılda Anadolu Selçukluları'nda da bu makam mevcuttu. Bildiğimiz kadarıyla, bu makam, on beşinci yüzyılda Osmanlı resmi metinlerinde geçer. Birçok üst düzey görevli veya loncalar, devletle olan işlerini kethüdalar aracılığıyla çözmüşlerdir. Beylerbeyi ve sancakbeylerinin kethüdaları vardı. Loncaların en üst idari yöneticilerinden biri olan kethüda (diğeri: Yiğitbaşı), loncanın her türlü işleyişinden sorumluydu. Lonca üyeleri tarafından seçilen ve kadılar tarafından onaylanan bu erkek kişiler, lonca veya vekili olduğu kişinin devletle olan işlerini yetkililerle yüz yüze çözerlerdi. Resmi talimatları, lonca üyelerine iletirlerdi. Bu görev için kuşkusuz bir berat (Sultan tarafından onaylanan resmi belge) gerekliydi. Kethüdaya saygı ve biat gerekliydi. Örneğin köy kethüdaları, köylülerin devletle olan idari işlerinde yetkiliydiler. Eflak ve Boğdan beyleri ile Kırım Hanlarının İstanbul’da birer kethüdası bulunurdu.

İstanbul mahkemeleri tutanakları incelendiği zaman, önemli kişilerin, esnafın, askerlerin, sarayın, köy ve kentlerin, kethüdası olduğu görülmektedir. Osmanlı resmi belgelerinde, Yeniçeri kethüdası, gemiciler kethüdası, kul kethüdası, tersane kethüdası; uncular, keresteciler, oturakçılar, reisler (kaptanlar) kethüdası gibi resmi makamlara rastlanmaktadır. Bunların yanı sıra, köy ve şehir kethüdaları ile kapı (saray) kethüdası veya önemli kişilerin (örneğin Siyavuş Ağanın kethüdası) kethüdalarının mevcut olduğu belgelenebilmektedir. On altıncı yüzyılda İstanbul’da Tahtakale semtinin de bir kethüdası olduğu anlaşılıyor. Merhum Cengiz Orhonlu, aşiret beyleri ile İstanbul’daki yabancı elçilerin de kethüdalarının mevcut olduğunu yazmıştır.

1790 YILINDA KALDIRILDI
Osmanlılarda, kethüdaların, çok geniş bir alanda çalıştıkları belgelenebiliyor. Bunlar, devlet ile temsil ettikleri grup veya kişi arasında bir çeşit resmi aracıydılar. Bunlar içinde en etkilisi, Saray kethüdasıydı. Boğazakesen Hisarı'nın da bir kethüdası vardı. Kısacası kalelerin her birinin birer kethüdası olurdu. Bedesten kethüdası, azep kethüdası, mahalle kethüdası, hazine kethüdası, ekmekçiler kethüdası, oda (Saray’da) kethüdası, hamallar kethüdası, kayıkçılar kethüdası, defter kethüdası (tımarlı sipahilerin işleriyle görevli) gibi makamlara rastlamaktayız. Kâhya ile kethüda arasında, Osmanlı kullanımında, sorumluluk açısından birazcık farklar olduğu anlaşılıyor. Büyük aşiretlerin de birer kethüdası vardı. Örneğin Ulu Yörük cemaati ve Cihanbeyli taifesi gibi büyük aşiretlerin birer kethüdası olduğu belgenebilmektedir. Kazak Hatmanı'nın, Sisam Beyliği'nin ve Orta Macar’ın da birer kethüdası İstanbul’da bulunurdu. Osmanlı idari ve esnaf teşkilatında kethüdalığın on beşinci yüzyıldan Osmanlı devletinin yıkılışına kadar devam etmiş olan bir makam ve müessese olduğu anlaşılıyor. Cengiz Orhonlu, şehir kethüdalığının 1790 yılında kaldırıldığını belirtmektedir.

İzmir kefere kethüdalığının, Osmanlı taşra teşkilatından ne zamandan beri mevcut olduğuna dair elimizde sağlam veriler bulunmuyor. Zira 1558 tarihli Osmanlı arşiv belgesinde İzmir kenti için böyle bir makam ve kişinin ismi geçmesine rağmen, 1575 tarihli İzmir sayımında, İzmir Rumları'nın işlerinden sorumlu bir kefere kethüdasından söz edilmez. Gerçi bu durum bu makamın kaldırıldığı anlamına gelmez. Geç tarihli Osmanlı arşiv belgelerinden de anlaşılacağı üzere, bu makam, Osmanlı idaresince, kadim Rum Ortodoks nüfusun bulunduğu kentler için ihdas edilmiş gibi görünmektedir. On altıncı yüzyılın ortalarında İzmir, Müslümanların yanı sıra, çok az sayıda Rum Ortodoks zimmi nüfusu barındıran bir kent görünümündedir. İzmir o yıllarda henüz kozmopolit (Ermeniler Yahudileri Levantenler ve diğerleri) bir nüfusa sahip değildir. İzmir nüfusu çeşitlenince, İzmir Rum cemaatinin devletle olan işlerini çözümlemek için böyle bir makama, devlet katında, ortak sorumluluk anlayışı çerçevesinde, dini yetkilerinin yanı sıra idari yetkiler de kazanan papaz veya metropolitler temsil edecektir. Zira bu makamı arşiv belgelerinden izlemek pek mümkün olamamaktadır.

ALANYA KETHÜDASI
Bununla beraber, bu makamın, on yedinci yüzyılda Anadolu’nun Rum nüfusu barındıran bazı kentlerinde hala mevcut olduğunu belgeleyebilmekteyiz. Mesela, Eylül 1712 tarihli bir Osmanlı arşiv belgesinden, bu makamın, Alanya’da mevcut olduğu anlaşılmaktadır. İstanbul’dan Alanya valisine gönderilen bir emirde, Alanya kefere kethüdasından söz edilmektedir. Bu belgede, Alanya halkının Saray’a dilekçe vermek için İstanbul’a adam gönderdiklerinden bahsedilerek, ‘Alanya sakinlerinden kefere kethüdası olan Bayramca oğlu Durmuş isimli zimminin fena işler yaptığı ve kendisinden şikâyetçi oldukları’ belirtilmiştir. Zira Alanya Rum cemaati, Alanya kefere kethüdasının mütegallibeye rüşvet vererek, Alanya Rumları'nın devlete ödemek zorunda oldukları vergilerden başka, Rum cemaatinden fazladan para topladığı ifade edilmiş ve kendisinden şikâyetçi olmuştur. Bu toplu şikâyet sonucunda, Alanya kefere kethüdası, Alanya Rumları'nın hukuksuz olarak fazladan parasını aldığı için Kıbrıs adasına sürgün edilmesi kararı çıkmıştır. Bu karardan sonra bu Rum zat, Alanya’dan firar etmiş ve Toroslarda Yörükler arasında saklanmaya başlamıştır. İstanbul’dan Alanya valisine gönderilen emrin özü, bu zatın yakalanarak Kıbrıs’a sürgün edilmesini sağlamaktır. Kefere kethüdasının kendi cemaatini istismar ettiğine dair başka misaller de bulunabilir.