17. Yüzyıl İzmiri’ne Kısa Bir Bakış

17. Yüzyıl başlarından itibaren çeşitli etkenlere bağlı olarak Avrupa ile Doğu ticareti arasında transit liman kenti olma özelliği kazanan İzmir, bu özelliğini süreç içinde havzanın en önemli limanı olma noktasına taşımıştır.

Batı Avrupalı Seyyahların İzmir/Homeros Algısı

İzmir’in 17. Yüzyıl başlarından itibaren gittikçe artan bir ivmeyle transit liman kenti olması Batı Avrupalı tüccarların, tüccar-konsolosların, kral görevlilerinin, Kutsal Topraklar’a gitmek üzere yola çıkan hacıların ve meraklı seyyahların ilgisini çekmeye başlar ve bu insanların kenti ziyaret etmesine yol açar.

Özellikle erken dönemde yani 17. yüzyılda gelen insanların her birinin motivasyonu farklıdır. Ancak kentin 7 Kiliseden biri olması, Aziz Polikarp’ın burada din şehidi olması ve Homeros’un izlerinin ve Melez’in bu kentte olması en önemli unsurların başında gelmektedir.

Jakob Spon-1675

“…Buradan bakıldığında aşağıda şehirde evler arasına karışmış kesme taşlardan oluşan yığınlar görülüyor. Bunun da İzmir'deki en ünlü yapılardan birisi olan Kibele Tapınağı'nın kalıntıları olduğunu sanıyorum. Duvarların kuzeyinde ve doğusunda, kıyısında Homeros'un doğduğuna inanılan ve bu yüzden de bu büyük şaire Melezli adını veren ünlü Melez akıyor. Fakat Melez bugün artık bir derecik kadar zayıf suya sahip ve ancak yağmurdan yağmura bol su yüzü görebiliyor…”

Joseph Pitton de Tournefort-1701-02

“…Bu iki imparatorun yaptırdıklarının bir kısmı bu tepededir, fakat büyük bir kısmı rıhtımdaki düz alanda, Kibele Tapınağı ve Gymnasium'un karşısındadır. Sık sık dönemeçli olan sokaklar çok güzeldir ve çok iyi taşlarla döşenmiştir. Burada, üstü kapalı çok büyük ve çok güzel dehlizler, kütüphane ve hatta bu dehlizlerden birinde Homeros'un tasviri vardır. Bu tasvir yüzünden de İzmirliler, Homeros'la hemşeri oldukları için çok övünürler. Onun için bakır bir madalyon çıkartmışlardır ve adına “Homerion” demişlerdir. Melez Çayı ise şehrin surları dibinden akmaktaydı. İzmir'in diğer birçok rahatlığının yanı sıra, bir de istendiği zaman açılıp kapanan bir limanı vardı…”

Alphonse de Lamartin-Mayıs 1833

“…Gecenin koyu karanlığına kadar, körfezin batı yakasına kurulu bir dizi orman ve dağ köylerinin oluşturduğu nefis manzarayı seyrettik. Geceyi, yaklaşık 6 aydır burada bulunan Fransız donanmasının ışıklarını görebildiğimiz Urla açıklarında geçirdik. Sabahın erken saatleriyle birlikte, sırtını dev servilerin kapladığı dağa yaslamış İzmir'i gördük. Şehrin yukarı kısmını, duvarları mazgallarla bezeli bir kale çevreliyordu. Sol tarafta çok güzel yeşil alanlar dağın zirvesine kadar uzanıyordu. Aynı tarafta ünlü Melez Çayı akıyor ve gözlerimin önünde hemen İzmir'in rıhtımından önce Homeros canlanıveriyor. Gözlerim, henüz çayın bu kadar meşhur olmadığı zamanlarda, oradaki sazlıklar arasında bedeninin meyvesi için dua eden genç köle kızın ağacını arıyor. Köle kızdan doğan çocuk, kendi adıyla birlikte çayın adını da bütün kıtaya ve adalara duyuracaktı. Toprağın gökyüzüne bahşettiği fantezide, eski çağın o görkemli tanrısal ve insansal günleri yeniden canlanacaktı ve o, Musa gibi bir çayın kenarında dünyaya geldi. Yalnızdı. İnsan kılığında yeryüzüne inmiş bir Hint Tanrısı gibi o da kör ve yoksulluk içinde ve bir dilenci alçakgönüllülüğünde dünyayı dolaştı. Karşılaştığı insanlar, ancak ondan ayrıldıktan sonra onun büyüklüğünü anlayabildiler. Yeniçağ ile birlikte öğrendiklerimizden, Homeros'ta bir kişiyi değil, insanın mücadele etmesi gereken yüzlerce, binlerce paradoksunun ve derin içgüdülerinin bir bütününü görüyoruz. Benim için Homeros, her yerde sesinin aynı tonunu, yüreğinin aynı gözyaşlarını ve sözünün aynı üslubunu kullanabilen tek insandır. Homeros türü insanların öyle kalabalık bir soy oluşturduklarını hiç sanmıyorum; doğa da zaten bir dizi mucize gerçekleştirmez. Aklın, felsefenin, duygunun ve dehanın mükemmel bir bileşimi olan Homeros gibi bir insanın dünyaya gelmesi için yüzyıllar gereklidir…”

Homeros’un Mezarı

Hollandalı Graf Pasch van Krienen 1771 yılında İos adasında Homeros’un mezarını bulduğuna ilişkin İtalyanca bir yayın yapar. Bu iddia büyük yankı uyandırır; taraf bulduğu gibi karşı çıkan da olur. Ünlü Alman arkeolog Friedrich Gottlieb Welcker karşı çıkanların başında yer alır. Biz İzmirliler Homeros’un doğduğu kent olarak ne kadar iddialıysak İoslular da büyük ozanın mezarının adalarında olduğu konusunda günümüzde dahi iddialı ve ısrarcıdırlar…

İngiltere’nin İstanbul Elçilik Papazı James Dallaway

James Dallaway (1763-1834), İngiltere’nin İstanbul Elçilik Hekim ve Papazı olarak görev yapmıştır. Koleksiyoner, tarihçi ve yazar da olan Dallaway İstanbul’da 2 yıl görev yaptığı sırada Batı Anadolu ve Adalar seyahatine çıkmış ve İzmir’e de uğramıştır.

James Dallaway, İzmir 1795

“…İzmir, diğer altı şehirle birlikte, Homeros'un doğum yeri olmak açısından hep yarışagelmiştir. Fakat bu konuda İzmir için ileri sürülenler dayanaktan yoksundur; buna karşılık, Homeros'un şiirlerinde İzmir'den bahsetmediği görüşü de yanlıştır. Diana ile ilgili dizelerinden dolayı İzmirliler onu vatandaşları saymışlar, bir yontusunu dikmişler ve adına yaptırdıkları sunakta retorik dersleri vermişlerdir. Ayrıca İzmirliler, hem Homeros'un İzmirli olduğu üzerine duyulan kuşkuları ortadan kaldırmak için, hem de bu büyük ozana duydukları saygının bir ifadesi olarak, çıkardıkları sikkelere onun resmini koymuşlardır.

İstanbul Patriği'nin 1337 yılında Güney İtalyalı Rahip Barlaam aracılığıyla XI. Benedikt'e İliada'yı göndermesine kadar Homeros, Alp Dağları'nın ötesinde bilinmiyordu. Bu kitap, İtalya'da edebiyatın yeniden doğması için bir kıvılcım olmuştur. Bir İngiliz olan Lydgate, Boccaz'ın, ‘Dikty ve Dora’sı üzerine yazdığı gerçek dışı yazılardan sonra, İngilizcenin en büyük eserlerinden olan ilk şiir kitabı Troya Kitabı'nı kaleme almıştır.

Böylece bu büyük ozan, bir gece ansızın gotik barbarlığı sarsarak, onun, kendisine gelmesini sağlamış ve atalarımız tekrar bilginin ve estetiğin yolunu bulmuşlardır.

Homeros konusundaki çekincelerimize rağmen, yumuşak, melankolik iki mükemmel ozanın İzmirli olduğunu kesin olarak biliyoruz. Birisi, eserlerinin hepsi elimizde olan Bion ve diğeri de, eserlerinin ancak bir kısmı elimizde bulunan Mimnermus'tur. Mimnermus, Sirüz zamanında Lidya'da yaşamıştır…”

Dallaway, çok değerli ve önemli bu verisinde iki küçük hata yapmaktadır. Gerçi bu hatalar olayın özünde bir sorun yaratmamaktadır. Şöyle ki, Rahip Barlaam’ın III. Andronikos’un Elçisi olarak Avignon/Fransa’da bulunan Papalığa gittiği tarihler 1334 ve 1339’dur. Homeros’un İliada’sını XI. Benedikt'e götürdüğü bilgisi de doğru görünmüyor. Çünkü görev süresine ve görev zamanına bakıldığında Papa XI. Benedikt değil Papa XII. Benedikt olması gerekiyor. İstanbul’da ise Barlaam’ın iyi anlaştığı ve siyasi olarak da birlikte hareket ettiği Yeni Roma Başpiskoposu ve Ekümenik Patrik XIV. Ioannis Kalekas (1334-1347) 145. Patrik olarak görev yapmaktadır.

Haftaya Rahip Barlaam aracılığıyla Avrupa’ya ulaşan hemşerimiz Homeros’un yapıtlarının İtalya’da ve İtalya üzerinden Batı Avrupa’da nasıl ve kimler üzerinde ne tür etkiler yarattığı üzerinde durmaya çalışarak hemşerimiz Homeros’a bir saygı duruşunda bulunup, onu anmaya çalışacağım doğduğu topraklarda…