Günlerin yoğunluğundan dolayı, bu yazıyı ayın 21’inde yazıyorum. 23’ünde Adalet ve Demokrasi Haftası kapsamında, Karşıyaka Belediyesi'nce düzenlenen “Ne yapmalı, nasıl korumalıyız?” başlıklı söyleşide Dilek Gappi, Mehmet Şakir Örs ve Eren Aysan’la konuyu etraflıca konuşacağız. İzlenimlerimi haftaya yazacağım.

***

Cumhuriyetin 100'üncü yılı, hiç de ona yakışır biçimde yaşanmadı, kutlanmadı. Bu bağlamda gösterilen az sayıdaki çaba, kurgulanan gündem ve algı saptırmaları içinde, gerekli karşılıklara yol açamadı. Gelecek kuşaklar, bizi bu bağlamda hiç de güzel anmayacak, anlatmayacak. İstiklal Savaşını başarıp, bizi harika bir ülkede İstikbal Savaşıyla baş başa bırakan o güzel insanların da, bizlerle övündüklerini sanmıyorum. Uğur Mumcu ağabeyin katledildiği gün olan 24 Ocak’ta başlayan Adalet ve Demokrasi Haftası, her şeyden önce bize bunu anımsatmalı. Her gün biraz daha yıpranan adalet ve demokrasi kavramlarına ne kadar sahip çıkıp çıkmadığımızı, haftaya ilgili etkinliklere katılarak göstermek, çocuklara ve gençlere bu kavramların ülkemizdeki yolculuğunu anlatmak durumundayız. Elbette işe, bu değerlere dair ne biliyorum ve uğurlarında ne yapıyorum sorusunu kendimize sorarak başlamalıyız.

***

Adalet ve demokrasi, bireyden başlar. Bilen, inanan ve gereğini yapan birey ya da yurttaşlar sayesinde bir toplum, adil ve demokrat bir ülke fotoğrafı oluşturabilir. Bu bir hakediş sorunsalıdır. “Demokrasi Şehitleri” olarak andığımız, adalet ve demokrasi düşmanlarınca katledilen ve yerleri asla dolmayan o güzel insanlar, biraz da bu gerçeği yazıp çizdikleri, düşünüp eyledikleri için öldürüldüler. Bilgiden, akıldan ve büyük bir yurtseverlikten kaynaklanan bir sözleri bile yalanlanamadı, aksi söylenemedi. Bütün uyarılarında, çağrılarında ve ortaya koydukları yapıtlarında tek bir amaç vardı: aydınlık, laik, demokratik ve çağdaş hukuk değerleriyle, bir barış bahçesi halinde yaşayan ve yaşatan bir Türkiye.

Savaş ancak, bu değerleri savunmak, karanlığa, cehalete, faşizme, gericiliğe karşı verilecek mücadele için kullanılmalıydı. Bilim insanı, gazeteci, sanatçı, demokratik kitle örgütü kurucusu olarak, düşüncelerinden, kalemlerinden, onur ve gıpta duyulacak yapıtlarından ve işlerinden başka hiçbir silahları yoktu. Bugün kalkıp bir siyasi parti başkanı, “Eskiden cinayetler mertçe işleniyordu” diyorsa, diyebiliyorsa, bu korkunç beyan yalnızca sözün şehvetine kapılmakla açıklanabilir mi?

Yalnızca bizim değil, Neo Ortaçağ’ı yaşayan yeryüzünün sorunudur adalet ve demokrasi. “Gidenlerin” bugüne bize neler söylediklerini, sorumuzu da unutmadan işlemek, önümüzdeki yazıya kalsın.