Depremin birinci yılında yazmaya devam ediyorum. Bugün aslında üçüncü yazı. İlkini numarasız kaleme alınca böyle oldu. Önceki satırlara ilgi yüksekti, “mevki, makam” sahipleri bir yıldır yaptıkları gibi “duymazdan, okumazdan, görmezden” gelmeye devam ettiler. Hatta bazı “seçilmişler” beyanatlarını üst üste verdiler. Sayın milletvekilleri keşke bir yıldır gerçekten neler olduğuna, nelerin çekildiğine de hassas olabilselerdi. Hepsi için demiyorum ama istisnalar da kaideyi bozmuyor.

İktidarın vekili Necip Nasır mesela. Kendisine mesaj da yolladım, aradım da daha önce, eski görüşmelerimizin, selam ve içtiğimiz kahvelerin hürmetine bile aramadı, dönmedi. Canı sağ olsun, kin de tutmam, düşmanlık da etmem. Yıllar önce gazeteci arkadaşım Halit Tunç, Nurettin Memur ve ben konuk olmuştuk Necip beye ofisinde. Özellikle Üçyol semtinde bir bölgeyle ilgili hayallerini anlatmıştı. Gerçekten muhteşemdi. Sanırım 2013’tü yıl. Hatta Tepecik civarıyla ilgili de düşüncelerini dile getirmişti. Ben temkinli yaklaşmıştım Tepecik hayallerine. Sahip olduğu özel hastanenin de öyküsünü dinlemiştim. Yani iletişimde sorun yoktu. Ama galiba “vekillik” değişime uğrattı Necip beyi. Ya da benim “müteahhit karşıtlığım”. Bilemem de değişemem de. Lakin yazıp söylediklerimin ne onu ne de başkasını “şoka” uğrattığını da düşünmem. Ne yazık ki “eleştiri” günümüzde doğru algılanmıyor. Sağcı da olsa solcu da olsa “eleştiriye” tahammül neredeyse sıfır.

Anlatamıyorum kimseye… Deprem gerçeğinden uzaklaştıkça uzaklaşıyoruz. Ama kimsenin gerçekten umurunda değil. Bakanlık da Bayraklı Belediyesi de ısrarla “özeleştiriden” imtina ediyor. Oysa sorular basit. Neden 5 kat? Neden kutu gibi evler? Kaç para? Aylık ödeme nedir?

Yok işte. Necip Nasır bey hem siyasetçi hem de müteahhit olarak bunlara cevap arasın. Neden deprem acısını unutturmak yerine, deprem olmamış gibi ısrarla “kentsel dönüşüm” vurgulanıyor? Bu kentsel dönüşüm kaç yıldır var? Peki, neden deprem olması beklendi? İktidar belediyeyi, belediye iktidarı suçlaya suçlaya yıllar geçti. Sonunda da onca insan canını verdi, sakat kaldı. Değdi mi?

Mesele kenti sağlama dönüştürmekse, vatandaşa daha insani evler yapmaksa, neden yük vatandaşa biniyor? Neden o anlı şanlı müteahhitler “öte tarafı da” düşünüp biraz insafa gelmiyor?

Tüm vekillere ama özellikle de Necip Nasır’a ithaf ediyorum şimdiki satırları. Bir depremzede hanım hem de eşini kaybetmiş bir hanımefendi bakın ne yazmış bana. Buyursun okusun Bay Bakan ve Bay Nasır: “Sayın Hasan Bey yazınızda bahsettiğiniz o meşhur mağazada maalesef ben 36 yıllık hayat arkadaşımı, can yoldaşımı kaybettim. Bizim suçumuz neydi biliyor musunuz? Eşimin, 3 yaşında küçük bir kız çocuğuna hediye alıp onu sevindirmek istemesiydi. Eşimin vefatından sonra, hani şu hep yanınızdayız diyen devlet büyükleri vardı ya? Maalesef yanımızda değillerdi. Evim hasarlı, 60 gün müddet tanıdılar. Taşınmak için kiralara bakıyorum, 2 bin 500 – 3 bin TL arası. Benim aldığım maaş 2 bin 500 TL. Evlatlarım yardım etmese, ne yer ne içerim, nasıl yaşarım bilemiyorum.”

Sadece bir örnek bu. Baştan beri anlatmaya çalıştığım, depremzedeleri “tek tip” gördü devletin temsilcileri. Onların öykülerini, kaygılarını, şartlarını hiç merak etmedi, sorgulamadı. Kim kaç para ödeyebilir, nasıl ödeyebilir diye sormadı. Kentsel dönüşümde de sadece müteahhitlerin “kâr” hırslarına kapıldı.

Yalan mı? Lütfen elinizi kalbinize koyup, gözlerinizi kapatıp, bir dakika düşünün ve merak edin lütfen.

Devam edecek…

***

İzmir’in 'görünür' emniyetini alkışıyorum!

Durun, polisin her adımını değil, bu yazıda sadece İzmir Emniyet Müdürlüğü trafikçilerini alkışlıyorum. Neden? Anlatayım.

Geçen yazıda, özellikle Bayraklı ve civarındaki “trafik magandalarına” değinmiştim. Hatta bir hız meraklısının çarptığı taksi şoförünü anmıştım. Çok şükür yaşıyor şoför kardeşimiz. Ama vücudunda kırıklar var. Öte yandan son zamanlarda İzmir’in merkezinde gözle “görünür” çoklukta trafik polisi olduğuna dikkat çekmiştim. Yazımın yayınladığı gün, İzmir Emniyet Müdür Yardımcısı, yıllardır tanıdığım kardeşim Şamil Bey aradı. Önce hasret giderdik sonra da dinledim. Açık söyleyim bundan sonra kendini “uyanık” sayan şoförler yandı. Öyle, trafik yoğun diye kırmızıda durmayıp, koca dört yolu kapatmaya kimse kalkışamayacak. Çünkü İzmir Emniyet Müdürlüğü trafik polisleri her yerde “görünür” olacak. Şamil Bey özellikle vurguladı, yeni Emniyet Müdürü’nün de yönlendirmesiyle, İzmir’de artık trafik polisleri “görünürlük” esasıyla çalışacakmış. Ne o öyle, “ceza yazmak istemiyoruz” saçmalığı? Yazılmalı kardeşim, trafiği ihlal eden, kilitleyen, kendini “ağa” sanan kim varsa haddi bildirilmeli hakkaniyetle. Kadın sürücüleri taciz eden, küçük araçları korkutan kim varsa gereği yapılmalı. Avrupa’da sıkıysa trafik kurallarını yok say. Neden biz de “maganda önceliği” olsun? Ben trafikte “affa” karşıyım. Ancak, milletvekili, patron, bilmem kimin çocuğu ya da kendisinin “affı da” olmamalı “görmezden” gelme de olmamalı. Lakin polisime hakaret eden kim olursa olsun teşhir edilip utandırılmalı. Bana geçmişteki “görgüsüzlükleri” hatırlatmasın kimse.

Fakat bu “görünürlük” meselesinde Sayın İl Emniyet Müdürü’müze bir önerim var naçizane. Bu “görünürlük” işini sadece trafikle sınırlı tutmasın. Asayiş anlamında da “görünür” olsunlar. Şimdi bir okurumun Bayraklı’dan yolladığı satırları aynen Sayın Emniyet Müdürü’müze “arz eyleyeyim”: “Çok güzel yazmışsınız. Ağzınıza sağlık. Emniyetten bahsederken, Bayraklı'da geceleri hırsızların korkusuzca cirit attığını, Bayraklı İlçe Emniyet Müdürlüğü'nün ne iş yaptığını, İzmir Emniyet Müdürü’nün bu olaylardan haberinin olmadığını, geceleri soyulmadık boş ev kalmadığını, bu hırsızların diğer dolu evleri de soyduklarını da yazsaydınız. Bayraklı depremden sonra hırsız yuvası oldu. Siz de bilirsiniz geçmişte bir dönem huzur timleri vardı. Sivil vatandaş gibi dolaşırlardı. İzmir'de hırsızlık ve kapkaçın kökü kurutulmuştu. Size çalışmalarınızda kolaylıklar, başarılar diliyorum.”

***

İlginç adam şu Diyanet’in Başkanı

Çok düşündüm yazıp yazmamayı. Çünkü Muhterem Başkan, hep “alkış” istiyor. Ucundan bile karşı çıksan, aman yarabbi, “terörist” ilan edilme riski bile var. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş geçenlerde “Başkanlığımız, bir taraftan milletimizin birlik, beraberlik, kardeşlik, dayanışma ve yardımlaşma duygularını güçlendirmek için azami gayret gösterirken diğer taraftan da fitne ve tefrika odaklarıyla yılmadan her zaman mücadele etmiştir” dedi. Ama derdi başkaydı muhterem başkanın, sosyal medyada asılsız, iftira dolu ve art niyetli haberlerin olduğunu, Diyanet İşleri Başkanlığı'na yönelik itibar suikastı yapılmaya çalışıldığını iddia etti.

İlginç değil mi? Öyle göreceli ithamlar ki bunlar. Mesela milletin birlik ve beraberliğini, yardımlaşma duygularını güçlendiriyorlarmış. Kendi makamının kurucusu Mustafa Kemal’i yok saymak mı “birlik” güçlenmesi acaba? Durduk yerde mi sosyal medyada eleştiriler alıyor Bay Başkan? Neden herkes sıkıştığında “15 Temmuz” referansına sığınıyor? Ama benim merak ettiğim başka. Bay Başkan hemen her fırsatta “cahiliye devri” diyor ya? Bir Türk olarak fena bozuluyorum buna. Bay Başkan hangi ülkede dinden sorumlu memurluk yaptığını sanıyor acaba? O ölmüş “fesliyle” falan samimiydi de ondan mı böyle garip konuşuyor. Türkler'in hangi devri “cahiliye” acaba? O Araplar olmasın? Hazreti Peygamber’in geliş nedeni, Arapların zıvanadan çıkmış hayatları değil miydi? Peki, o devirde Türkler neredeydi? Arabistan’da değildi tabii. Bu konuyu uzatmayacağım çünkü Bay Başkan’ı “muhatap” almıyorum. Ama makamının ruhunda İstiklal Harbi şehitleri var. Benim inancımda “aracı” olmadığı gibi, hoca, şeyh, şıh vs. de yoktur. İnanç felsefesine ve mütefekkirlere saygım çok. Lakin Anadolu halkının Alevi, Sünni vs. tüm inançlarının da eşit saygınlıkta olduğunu, “Arap borazancılarının” Anadolu’da işinin olmadığını hatırlatmak isterim. Bay Başkan arada halkın içinde dolaşsın. Mesela araştırsın bakalım neden “deizm” arttıkça artıyor? Bugünkü Diyanet anlayışı “birlikten” falan da hiç nasiplenemez bence.

Şimdi ister misiniz Bay Başkan beni “itibar suikastçısı” ilen etsin?

***

Notlarım var

- Size salıya “Ömürlük Şarkılar” yazacağım. Ömür Ceylan hocamızın eseri, muhteşem bir kitap. Hani “Gam-zedeyim devâ bulmam” şarkısı var ya? O şarkının sahibinin öyküsünü biliyor musunuz? Ben okuyunca ağladım. Salıyı bekleyin dostlar.

- “Tarihi YAZDIRANLAR” ve İzmir sermayesi yazılarımdan vazgeçmedim. Lakin bir yandan depremin yıldönümü, diğer yandan gündem beni zorluyor. Ya hu ben hiç İzmir sermayesini rahatsız etmekten vazgeçer miyim?

- Yeniden “ekranla buluşmak” bana moral verdi. Belki size yakında farklı haberler vereceğim. Bakalım neler neler?