Ahlak felsefesi” üstüne konuşacak, antikten moderniteye malumatfuruşluk yapacak değilim. Hepsi bir kol uzaklığında raflarda, bir tık yakınlığında bilgisayarlardadır. Bu tür soyut kavramların idealize edilerek, gerçeklikten ve temel çelişkilerden koparılarak, egemen sistemin ve dayatılan ideolojilerin payandası yapıldığını, nalınca keseri gibi kullanıldığını yeterince bilirim. Ahlak denen kavramın, sistemin gereklerine göre davranma olarak dayatıldığını, her itirazın suçlu, hain, marjinal olarak damgalanmayı, ötekileştirilmekten katledilmeye ceremesini gözealmayı gerektirdiğini de yeterince yaşadık, tanık olduk, oluyoruz. Madem kültür-sanat yazıyoruz, oradan örnekleyelim.

***

İzmir Devlet Tiyatrosu'nda da sahnelenmişti, “Çayhane” adlı oyunu bilmem anımsar mısınız? Vern Sneider’in yazdığı John Patric’in oyunlaştırdığı bu muhteşem oyunda, Japonya’nın Okinawa adasını işgal eden Amerika’nın subayı Yüzbaşı Fizy, sözüm ona ahlak yargılarıyla, kadın erkek bir arada çıplak yıkanma geleneğine sahip ada halkını “utanmaz ve ahlaksız” olarak suçluyordu. Ada halkından uşağı Sakini’nin yanıtı çok kısaydı: “Utanmıyorsak, ahlaksız mıyız?” Oyunun dramaturgu olarak, bana göre bunun Türkçesi şuydu: “Şaşaalı imparatorluklardan bugün adamıza çöken siz devasa savaş makinesi alçaklara, hepiniz! Siz başkasının toprağına 'fetih, cihat, özgürlük' saçmalıklarıyla çöken, varlıklarımızı sömürüp kadınlarımızı cariye, çocuklarımızı devşirip köleleştirenler! Sizin yaptıklarınız değil de, kadim kültürlerimiz mi ahlaksızlık!” Evi camdan olan, başkasının penceresine taş atmamalı. “Başkasının ahlakıyla uğraşacağına, sen dön de kendi ahlaksızlığına bak!” deyiverirler, Fizy gibi apışıp kalırsın, bir nebze utanma duygun varsa.

***

Bizden de farklı bir örnek verelim. Sosyete, yandaş, medya maydanozuysan, mesela nikâhsız biriyle birlikteysen onun adı aşk yaşamak, hayat arkadaşı olmaktır. Ama yoksul, gariban isen yaptığın zinadır, günahtır, ahlaksızlıktır. Mahallelimiz, komşusunun kızını delikanlısını, en iğrenç dedikodularla hırpalayıp, babasının abisinin bıçaklayıp öldürmesini bekler, izleyip alkışlar. Ardından ve yine o aşağılık kanallarda, din ve ahlak programından sonra başlayan magazin “ağır berhudar abi”, “raconcu diva abla” sahneye çıkar, LBGT’ye düşmanların ağız dolusu hakaretleri alkışlanır, cinsel tercihini soytarılığa çevirenlerin mutfak programları, “Bugün ne gey’sem”leri zevkle temaşa eylenir. Ahlak öncelikle tutarlı olmaktan başlar. Her tür yalanın ve talanın öznelerinin, ahlak hocalığına, vatan millet inanç şampiyonluğuna soyunması ne utanç verici yüzsüzlük ve skandaldır.

Bu saçmalığa dair ezberin artık bozulması gerekmektedir. Her türlü hokkabazlığı kendilerine mubah görenlerin ağzından şu kelamlar düşmez: “Değerlerimiz, hassasiyetlerimiz, davamız!” Breh, breh! Bunları esaslı biçimde ele almadan, “Söyle bakayım neymiş şu değerler, hassasiyetler?” demeden, “Kardeş, sen “dava” derken ne demek istiyorsun, hele şöyle eğip bükmeden bir anlat bakalım?” diye sarsmadan, bu ezberi bozmak mümkün değildir. Bu konuya başka bir yazıda değineceğiz. Her zamanki gibi, her türlü yanıta bu köşe açıktır. Tıpkı her türlü hakarete yasal hesap sorma yollarımız gibi.“Gerçek ahlaksızlık eşitsizliktir” dedik, peki bu ne demektir?

***

Prof. Dr. Emre Kongar, Remzi Kitabevi'nden çıkan ve 33 baskı yapan “Kızlarıma Mektuplar”ın 97 sayfasında şöyle diyor: “Doğada da, toplumda da mutlak eşitsizlik yoktur zaten. İnsanların mutlak eşitliği, sadece demokratik rejimler içinde ve devlet karşısında, hukuk açısından söz konusudur.” Geldik mi maske yırtan, yalan çürüten, üçkâğıt bozan gerçeğin aynasının önüne?

Egemen zihniyet ve iktidarı, işte bu eşitsizlikten yararlanıyor. Bunu yaparken, baş edilmesi sinir, sabır ve inat isteyen bir lafebeliğinden güç alarak, laikliği, demokrasiyi, hukukusorumlu ve hedef gösteriyor. Çünkü “Dar-ül harp” budur ve bunun içindir. Eşitsizliği ahlaksızlıkla aşmak, suçtan çıkarıp, cihat adına normalleştirmeye çalışmak ve bunu ahlak olarak tanımlamak…Bu da hazinlerden hazin başat çelişkisidir. Giriş yaptık, haftaya sürdüreceğiz.