Dünyanın bir numaralı film festivalinden yazıyorum bu satırları. Cannes Film Festivali 71. yaşını kutluyor bu yıl. Önceki akşam, 2500 kişilik Festival Sarayında İranlı yönetmen Asghar Farhadi’nn “Herkes Biliyor” filmiyle açılan festivalde dünyanın dört bir yanından gelen yüzlerce film gösteriliyor. Elbette, en çok merak edilen, Altın Palmiye’yi hangi filmin kazanacağı.
Yarışmada, 14 ülkeden 21 film yer alıyor. Aralarında sinemamızın usta yönetmeni Nuri Bilge Ceylan’ın “Ahlat Ağacı” adlı filmi de var. Ceylan’ın yedinci gelişi Cannes’a. Aralarında Jüri Büyük Ödülü ve En İyi Yönetmen ödülünün de bulunduğu pek çok ödül kazanan, Yılmaz Güney’in ardından ülkemize ikinci kez Altın Palmiye getiren Ceylan’a bir kez daha başarılar diliyoruz.
“Ahlat Ağacı”nı şu ana dek yalnızca festival yönetmeni ve seçici kurul üyeleri izlemiş. Oyuncuları bile ilk kez Cannes’da izleyecek, yarışmada son gün gösterilecek “Ahlat Ağacı”nı. Ertesi gün, yani 19 Mayıs’ta da sonuçlar açıklanacak. Sonuç ne olursa olsun, yarışmaya seçilmek bile başlıbaşına büyük bir başarı, çünkü bu 21 yapıt festivale başvuran iki bine yakın film arasından seçilmiş.
Cannes’da bu yılın yarışmacıları arasında adını ilk kez duyduğumuz yönetmenlerin sayısı oldukça fazla. Bazı yıllar yarışma seçkisinin büyük bölümünü sinema dünyasının usta yönetmenlerinin yapıtlarına ayıran festival, bu kez keşiflere öncelik vermiş. Gene de tanıdık isimler var elbette; “Ida” ile yabancı film Oscar’ı kazanmış Polonyalı yönetmen Pawel Pawlikowski, Çin sinemasının ustalarından Jia Zhang-Ke, İran’dan Farhadi ve Cafer Panahi, ABD’den Spike Lee ve tabi Fransızların en çılgın ustası Jean-Luc Godard…
Godard deyince, ilk akla gelen 68’dir hiç kuşkusuz. Fransa’da 68 devriminin ilk kıvılcımlarından biri Cannes’da ateşlenmişti. Aralarında Godard, Truffaut, Malle, Lelouch, Carriere, Forman’ında bulunduğu genç sinemacılar, Fransa’nın tüm kentlerini kasıp kavuran kitle hareketlerine duyarsız kalmayarak gösterileri festival sarayına taşımış, sonuçta festival yarıda kalmıştı… Bu yıl, 68’in 50. Yıldönümü nedeniyle Festival Godard’ı ve 68 eylemlerinde aktif rol almış – aynı zamanda Yılmaz Güney’in yapımcısı olmuş bir sinemacıyı, Marin Karmitz’i onurlandırıyor.
Festivaller, toplumun nabzını tutabilip, dünyada olup bitenlere duyarsız kalmadığı ölçüde başarılı olurlar. Nitekim, Cannes Festivali bu yıl sinema dünyasını sarsan -ünlü yapımcı Weinstein’la başlayıp, başka isimlere de sıçrayan ‘cinsel taciz’ olayları karşısında tepkisini koymakta gecikmiyor. Önümüzdeki günlerde sahnede 100 ünlü kadının yer alacağı bir etkinlikle Cannes’dan sesini tüm dünyaya duyuracak sinema dünyasının kadınları.
Duyuracak demem boşuna değil. Medyadaki görünürlük açısından, Olimpiyatların ardından ikinci sırada geliyor Festival, tüm dünyada (evet, Oscar’ların önünde). Tabi, ülkemiz için geçerli değil bu! Bizde magazin sayfalarının ötesine geçebilmesi için, ancak Palmiye falan almak gerekir.
Festivallerin bir kentin geleceğini nasıl etkileyebildiğinin en güzel kanıtı Cannes Festivali. Akdeniz’in mütevazi bir kenti, bugün dünyanın sinema başkenti… Bunu niçin yazıyorum, festivale hareket etmeden İzmir caddelerindeki billboardlarda gördüğüm “Festivaller Kenti İzmir” sloganını anımsadım da ondan… Elbette, ‘Ot Festivali’, ‘Enginar Festivali’, ‘Çiçek Festivali’ de olsun, ama İzmir bundan ötesini hak ediyor bence… Ne dersiniz?