Artık her yerdeler. Yaşam alanlarımızda, yüzsüz işgal kuvvetleri gibi dolaşıp duruyor, habire konuşup, susmayı akıllarına bile getirmiyorlar. Düşünceyi birlikte sürdüler bu topraklardan. Sanatı felç etmek için, ellerinden geleni yapıyorlar. Bilim, neredeyse yasa, ahlak ve erdem dışıdır, büyük çabaları sonunda. Türkçe tüm özelliklerini yitirmeye yüz tutmuş, incelik çoktan çiğnenmiş, yasa ve kural tanımazlık bir yaşam biçimine dönmüştür. Sayelerinde.
Onlar, felsefesiz memleketin filozoflarıdır. Atarlı, ayarlı, raconlu sakiller güruhundan söz ediyoruz. Sokakta, salonda, makamda, ekranda, sahnede, gazetede, habire karşımıza dikilenlerden dem vurmaya çalışıyoruz. Mesleksiz iş sahibi, yaptığı işe dair entelektüel birikimden habersiz, bilgi ve görgü fukaralığını zart zurtla, tedavisi olanaksız yüzsüzlüklerle kapattığını sanan “o tipi” anlatmaya çabalıyoruz. Ucuzluğun, sakilliğin, zevksizliğin egemenliğine yardım ve yataklık edenleri tanımlamaya uğraşıyoruz. Ne gerek var diyeceksiniz, haklısınız. Çünkü onlar anlatılamaz, sadece yaşanır. Onlar sade suya tirit çağının ceberrutları, bizlerse yarattıkları bulamaçta nefes almaya çalışanlarız. İşte, hep birlikte yaşıyoruz. Bundan büyük “survivor” olabilir mi?
Hayat boşluğu kabul etmez, bilim ve sanat istenmediği yerde durmaz, insanlık ilerlerken, yol arkadaşı değilsen seni beklemez. Sonra güzelim memleket, işte o tipin elinde kalır. Son 60 yılın her şeyinden sorumlu olmasına rağmen, darbelerle kepazeliklerle gübrelenmiş cehalet bahçesinde yetişmiş olduğunu ve o bahçeyi çapalayıp durduğunu unutturur. Gericiliğin en vahim taktiğiyle, inançtan kana, kökenden vatan-millet nutuklarına sarılarak, kullanarak, cümle değeri birer araca dönüştürerek yapar bunu. Sonra da, her fırsatta felsefeyi, sanatı, bilimi, hukuku, insan haklarını aşağılar, kötüler, ötekileştirir. Aydını, üreteni, düşüneni, emeğini ve hakkını arayıp savunanı hedef tahtasına koyar. Böyle böyle çölleşir, yedi iklim dört bölge. Böyle böyle acılardan, hüzünlerden, ölümlerden, skandallardan nefes alamaz hale gelir memleket.
İşte o zaman felsefeyi başarısız antrenörden, kültür ve sanatı iki lafı bir araya getiremeyen mukavva güzelden, ahlak ve edebi arabeskçiden, vatanı milleti sevmeyi mafya bozuntularından öğrenmek zorunda kalırsın. 7 gün 24 saat, sekiz sözcükten öteye geçemeyen dağarcığı, dört kalıp tümceden ibaret takozluğuyla, sürekli nasıl yaşamamız, nasıl düşünmemiz, nasıl davranmamızı öğrenirsin, bu cehalet ordusundan.
Susamazlar, duramazlar, öğrenemezler. Çünkü senden benden iyi bilirler ki, sustukları durdukları öğrendikleri anda, tıpkı doğanın kendini yenilemesi gibi, toplum da kendini yenilemeyi akıl edecek, nabzı bunun için atmaya başlayacaktır. Sorunların kılıfları çıkarılmaya, cilalar kazınmaya, nihayet gerçek nedenler sorulmaya ve insanlığa yakışır çözümler aranmaya başlayacaktır. En iyi bildikleri, asla unutmadıkları tek gerçekleri budur işte. Nâzım Hikmet, “Taranta Babu’ya Mektupları” da “Akrep gibisin kardeşim”i de, boşuna yazmamıştır. Wilhelm Reich “Dinle Küçük Adam” derken, bu zihin, algı ve vicdan cücelerinden söz etmiştir. Yalnızca ideolojik açıdan, dünyaya ve insana bakış açısından kötü değildir “o tip”. Tepeden tırnağa, yürekten beyine kötüdür.
Felsefesiz memleketin filozoflarının elinde, hazin bir “survivor” sürecinden geçiyoruz. İnsanı, memleketi ve yaşamı esenliğe kavuşturmak, cehalet ordusunun rüzgarına kapılmamaktan geçiyor. Kapılanları, bu yaratıkların peşinden sürüklenenleri, 15 Temmuz’da bir daha ve hep birlikte gördük. Görmek yetmez, topyekun reddetmek insanlık görevidir.