Her kış ilk defa yağmur-soğuk-kar görmüş ve üşümüş, her yaz da ilk kez aşırı sıcaktan bunalmış gibi davranmaktan bir türlü vazgeçemiyoruz. Her mevsim aynı yakınmalar, aynı şikayetler.
Geçtiğimiz hafta sonu mesela, İzmir'i fırtına ve yağmur sarstı ya, insanların paniği, sanki fırtına çıkmış gibi değil de evlerinin bahçesine meteor düşmüş gibiydi.
Ben de onlardan biriyim bu arada ama haksız da sayılmayız ki...
Çünkü bu ülke, her türlü orta şiddetli doğa olayının ölümcül sonuçlar getireceği tuzaklarla dolu.
Her şeyimiz derme çatma.
Şekil var ama alt yapı, temel çürük...
Yine gördük işte iki yağmur yağdı, üç beş rüzgar esti şehir komple dağıldı.
Cumartesi gecesi Çeşme'yi de vuran fırtınada evin karşısındaki elektrik telleri koptu gitti. Daha doğrusu gidemedi. Kopan tel ucu açık şekilde sokağın ortasına, yağmur sularının içine düştü.
Ve fizik kanunları gereğini yerine getirmeye başladı.
İki gecedir bomba gibi patlama sesiyle sokak gündüz gibi aydınlanıyor.
İnsanlar, sokak hayvanları o sokaktan geçip gidiyor. Zayiat olmaması tamamen Allah'ın bir mucizesi.
186'yı defalarca aradım. 24 saat kadar sadece meşgul tonu verdi. Daha sonra zar zor düşürdüğümde ise beklenen cevabı aldım: "Çok sayıda ihbar var, ekipler yetişmeye çalışıyor."
İhbar kaydım birkaç aramamla tekrar edildi durdu ama yine gelen giden olmayınca baktım olmuyor 155'i aradım. Onlardan da aynı cevap: "Çok ihbar var, biz de sürekli arıyoruz ama bizler de ulaşamıyoruz!"
Memlekete bak... Başına bir felaket geldiğinde yapayalnızsın. Başının çaresine bakacaksın.
Bakın buradan da yazıyorum, o koca elektrik kablosu hala sokağın ortasında çatır çatır patlayıp duruyor. Eğer bu yüzden birileri ölürse, canlar giderse hepiniz şahit olun. İki gündür yalvarıyorum gelip yapılması için. Kimsenin uğradığı yok.
Evin sigortası attı, gelin değiştirin demiyoruz ki.
Ölüm tehlikesi var diyoruz ölüm...
Bunun ötesi var mı?
***
Doktorun keyfi ve kahyası
Her işimiz derme çatma demişken aklıma geldi.
Geçenlerde hayatımda ilk kez bir devlet hastanesine, internet sitesinden randevu alarak gittim.
Bir gün önce randevuyu aldığımda kendimle nasıl gurur duydum anlatamam.
Çünkü ben genelde her işte olduğu gibi doktora gitmeye de son derece üşenen bir insanım.
Ne şikayetim varsa kendi kendine geçmesini beklerim. (Ve genelde de işe yarar. Sonuçta insan metabolizmasının kendi kendini tamir etme gibi bir özelliği var. İnsanlar içlerinde işleyen sisteme biraz inansalar, her başları ağrıdığında koştura koştura doktora gidip avuç avuç ilaçları yutmayacaklar.)
Hele öyle devlet hastanesi kapıları falan... Kontes çocuğu, düşes torunu olduğum için 'ay hiç uğraşamam!" hani...
Çok çok zorda kalırsam sosyal güvencem olduğu halde tonla parayı bayılır, kendimi özel hastanelere emanet ederim, çünkü gerizekalı olmak bunu gerektirir.
İki yakamın hiçbir zaman bir araya gelmemesinin nedenleri işte hep bu iş bilmezliğimdir.
Neyse işte ilk kez böyle normal insan davranışı gösterince önce kendimle çok gurur duydum.
Randevum göz polikliniğinde idi. İşler yolunda gitti ve bana bir güven geldi.
Ertesi günü bu kez diş problemim için randevu aldım.
Ve yine Çeşme Devlet Hastanesi'nin (Alper Çizgenakat) yolunu tuttum.
Nasıl olsa randevumu da almışım, hem hiç beklemeden işim halledilecek hem de bir sağlık problemi için dün olduğu gibi (gözlük parası hariç) cebimden beş kuruş çıkmayacak. Yani ben öyle zannediyordum.
Havalı havalı gittiğim diş polikliniği kapısından, "doktor bugün gelmedi yalnız" cevabını alarak kös kös döndüm.
Aslında hemen dönmedim. Her bilinçli vatandaşın yapması gerektiği gibi biraz arıza çıkardım tabii.
"Ne demek gelmedi? O zaman neden randevu kaydı açıktı? Her doktor kafasına göre çekip gidebiliyor mu bu hastanede?" falan dedim ama bir işe yaramadı.
Beni, şikayette bulunmak istiyorsam hastane müdürünün odasına gitmem konusunda yönlendirdiler. Gittim. Ama işte aksilik, hastane müdürü de o gün işe gelmemişti!
Yok arkadaş yok, tam böyle medeni insanlar gibi yaşayacağız, ama yok. İliklerimize işleyen şark ruhu, adam sendecilik buna engel oluyor.
Oysa ilk denememde, bir günlüğüne de olsa kendimi muasır medeniyetlere ulaşmış bir ülkenin vatandaşı gibi hissetmiştim. Güzeldi be!
***
Şu kedi-köpek videoları
Sosyal medyada toplumsal olaylara yeteri kadar ilgi gösterilmediğini düşünenlerin ilk tepki cümleleri şu oluyor: "Memleket elden gidiyor, siz hala kedi köpek videosu paylaşıyorsunuz"
Evet bazı durumlarda ben de gündem dışı paylaşım yapanlara içerliyorum. Ama gerçekten çok ekstrem bir durum varsa...
Ülkede bombalar patlamış onlarca insan yitip gitmiş, halk yas halindeyken "Aşkitomla rakı keyfi" diye fotoğraf paylaşılınca insanın zoruna gitmiyor değil.
Ama genel olarak kedi/köpek videosu paylaşanların küçümsendiği de bir gerçek.
Ben onlara inat, özellikle sokak hayvanlarıyla ilgili her paylaşıma destek veriyorum.
Özellikle barınaktan, sokaktan veya hoyrat sahibinin elinden kurtarılmış hayvanların öncesi-sonrası albümlerini paylaşmaya özen gösteriyorum.
Çünkü bu görüntülerin özendirici olduğuna inanıyorum.
Hemen her insanın içinde var olan 'birilerinin kahramanı olmak' isteğini tetiklediğini de.
O videoları izleyenlerin, o fotoğrafları görenlerin, bir gün yolda yaralanmış ya da açlıktan perişan bir hayvan gördüklerinde "ben de yapabilirim" diyeceğine eminim.
O yüzden siz 'duyar kasıcılara' bakmayın. O hayvanların hikayelerini bol bol paylaşın.
Ve lütfen şu dondurucu soğuklarda en az bir hayvana sığınacağı bir kuytu hazırlamayı unutmayın.