Nuran GÜLENÇ (Birleşik Metal-İş Sendikası Kadın Çalışmaları Sorumlusu)

Sanayi Devrimi, kadınların eşitsizliğe ve emeğin sömürülmesine karşı verdikleri mücadelede bir dönüm noktası. Buhar gücünün keşfi, beraberinde gelen makineleşme fabrikalarda kitlesel üretime geçişe neden oldu. Kadınlar ve çocuklar tekstil ve hazır giyim sanayi başta olmak üzere birçok sektörde kitlesel olarak çalışmaya başladılar. Çalışmaya başladıkları fabrikalarda erkeklerle aynı işleri yapmalarına rağmen, düşük ücretle ve daha kötü koşullarda çalışmak zorunda bırakıldılar.

Çalışma yaşamını düzenleyen yasaların olmadığı, işçi örgütlenmelerinin ise henüz bir arayış evresinde olduğu bu dönemlerde kadınlar çalışma koşullarının iyileştirilmesi, 8 saat çalışma süresi ve erkeklerle eşit ücret için büyük mücadele verdiler. 1850’li yıllardan itibaren, İngiltere başta olmak üzere Batı Avrupa’da ve Amerika’da tekstil ve hazır giyim sanayinde büyüklü küçüklü birçok grev yaşandı. 8 Mart’ın tarihi de bu mücadeleye dayanıyor.

Kadınların verdikleri mücadele sadece çalışma yaşamına yönelik taleplerle sınırlı kalmadı, seçme seçilme hakkı için, üniversitelerde erkeklerle eşit koşullarda ve alanlarda eğitim için, medeni haklar için, kürtaj hakkı için mücadele ettiler. Bugün kadınlar dünyanın her yerinde kendilerine çizilen sınırları her geçen gün genişleten dinamik, yaşamı dönüştüren, özgürleştiren bir güç olarak mücadelelerini sürdürüyor.

Bu mücadelenin temelinde erkek egemen kapitalist düzenin yarattığı kültüre, geleneklere, cinsiyetçi rollere, ücretli-ücretsiz emeğinin sömürüsüne, kadın bedeni ve hayatı üzerindeki ataerkil tahakküme itiraz vardır. Çünkü ataerkil kapitalist düzen, kendi öncelikleri ve ihtiyaçlarına göre kurguladığı toplumsal düzende kadınların ücretli ücretsiz emeğini, bedenini sömürüp, yaşamını kontrol altına almaya çalışırken, yaşamın her alanında kadınları ikincilleştiriyor.

SENDİKALARDA KADIN

İşgücünün üretimi, bakımı ve her gün yenilenmesinin yükünü -üstelik değersizleştirerek- ücretsiz olarak kadına yıkan ataerkil düzen, bakım ve ev işlerinin yükünü taşıyan kadınların emeğine de emek piyasasında ucuza el koyuyor. Kadınları esnek ve güvencesiz istihdama zorluyor.

Çalışma yaşamının cinsiyetçi yapısı, verilen mücadeleye rağmen, halen devam ediyor. Sektörler arasında gelişen teknoloji ile birlikte fiziki güce olan ihtiyaç azalsa bile cinsiyetçilik alabildiğine yaygın, kadın olmak, metal, petro-kimya gibi sektörlerde, eğitimi olsa bile, kadınların önünde bir engel. Erkek egemen sektörlerde işe giren kadınların karşısına cinsiyetçi iş bölümü çıkıyor. Kadınlar iş hâkimiyeti zayıf, cinsiyet rollerinin devamı olabilecek alanlarda düşük ücretle iş bulabiliyorlar. Çalışma hayatındaki eşitsizlikler, ücretlerden terfi almaya, eğitimden diğer fırsatlara erişime kadar halen sorun olarak karşımızda duruyor.

Daha vahimi, çalışma hayatının erkek egemen ve cinsiyetçi yapısına paralel olarak, işçilerin çıkar örgütleri olan emek meslek örgütlerinde ortaya çıkan tablodur. Kadınların çalışma yaşamındaki ikincil konumu bu örgütlerde de devam ediyor. Bu da kadın işçilerin sorunlarının çözüm yeri olabilecek olan sendikalarda, meslek örgütlerinde, kadınların ve sorunlarının görülmemesi, aynı şekilde karar mekanizmalarından dışlanması anlamına geliyor. Elbette kadınların sendikalara üye yapılmadığı yıllardan bugüne çok şey değişti. Kadınların sendika üyeliğinin önünde yasal bir engel yok ama toplumsal cinsiyet rolleri, kadına bakış, kadın politikasının yoksunluğu kadınları sendikalardan uzak tutuyor. Sendikalardaki erkek egemen yapı kadınların çalışma yaşamında karşı karşıya olduğu sorunlara, haklarını geliştirici politikalar üretmesinin önüne geçiyor.

Dünyanın birçok ülkesinde, sendikalar cinsiyetçiliği ortadan kaldırmak için harekete geçmiş durumda, kadınlar sendikalarını dönüştürüyorlar. Komisyonlar, komiteler aracılığı ile bir araya gelip sendikalarının kadın politikasını oluşturuyorlar. Bugün toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmalarının sendikalarda yaygınlaştırılması, kadına yönelik her türlü ayrımcılığın, iş yerlerinde fiziksel, cinsel, psikolojik şiddet ve tacizin durdurulması için yürütülen kampanyaların ve Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 2019 yılında yapılan kongresinde kabul edilen ve ülkelerin onayına sunulan iş yerlerinde cinsiyet temelli şiddetin sonlandırılmasına ilişkin ILO 190 sayılı sözleşmenin ortaya çıkmasının arkasında uluslararası sendikalar ve onları harekete geçiren kadınların çabası yer alıyor.

Çalışma yaşamınızda karşı karşıya olduğumuz eşitsizliklerin giderilmesinde sendikalar oldukça önemli. Bir o kadar önemli olan da sendikaların yüzünü kadın işçilerden yana çevirecek dönüşümün gerçekleşmesidir. Ülkemizde genellikle sendikalar kadın işçileri sadece 8 Martlarda hatırlıyorlar ve kadın politikasından yoksunluk sendika hareketi içinde hâlâ temel bir sorun. Bu konuda en gayretli çabayı gösteren toplumsal cinsiyet eşitliğini tüm çalışma alanlarına yaymaya çalışan ve önemli bir yol kat eden, DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş Sendikası’nı örnek olarak verebiliriz. 2016 Genel Kurulu’ndan sonra hayata geçirdiği politikalarla kadın komisyonunu aktifleştirmiş, kadın eğitimleri ile güçlendirici çalışmalar hayata geçirmiş, toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimlerini kadın erkek tüm üyelerine vermeye başlamış, toplu sözleşmelerine almış, yine toplu sözleşmelerinde şiddet ve tacizi önlemeye yönelik ve kadınlara özel hükümler koymuştur. Tüm tüm bu çalışmalarıyla kadın temsilci sayısını artırmış, şube yönetimi ve kurullarında kadın işçiler görev almaya başlamıştır. Sendikanın üye oranının yüzde 7’lik bölümünü oluşturmasına rağmen kadın işçiler, geçmişe göre sendikanın faaliyetlerinde çok daha fazla görünür olmaya başlamıştır. Bu da sendika ile üyeleri arasında bağları güçlendirmiştir.

Kadınlar yaşamın her alanında varlar ve var olmak için mücadele ediyorlar. Kadınları yok sayarak, güçlü, demokratik, emekten yana sendikal anlayıştan ve sendikalardan söz etmek mümkün değil. Bunun için de kadınlara alan açmak ve değişimi istemek gerekiyor. Geleceğin güçlü sendikaları kadınlarla var olacak!