Türkiye'de kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan yaklaşık 600 bin işçiyi doğrudan ilgilendiren kamu toplu sözleşmesi görüşmelerinde kritik bir viraja girildi. Hükümet ile işçi sendikaları arasında yürütülen ve milyonlarca aileyi etkileyecek olan Kamu Çerçeve Protokolü çalışmalarında, taraflar arasındaki makasın giderek açılmasıyla gerilim tırmanıyor. İşçi kanadının yüksek enflasyon ve artan hayat pahalılığı karşısında yüzde 50'lik zam talebine karşılık hükümetin yüzde 17'de kalan ikinci teklifi, müzakereleri adeta kilitledi. Şimdi tüm gözler, sürecin seyrini belirleyecek olan hükümetin sunması beklenen üçüncü teklife çevrilmiş durumda.

Sendikaların yasal olarak grev kararı alma aşamasına geldiklerini açıklaması, sürecin ne kadar hassas bir dengede ilerlediğini gözler önüne seriyor. Hükümet kanadında yüzde 20'nin üzerinde bir teklif üzerinde çalışıldığı kulislerde konuşulsa da, bu oranın işçi tarafının beklentilerini karşılayıp karşılamayacağı ve müzakere masasına yeniden dönülüp dönülmeyeceği belirsizliğini koruyor.

Makas giderek açılıyor: masadaki teklifler ve talepler

Müzakere sürecinin en çetin geçtiği nokta, işçi ve işveren kanatlarının talepleri arasındaki derin uçurum oldu. TÜRK-İŞ ve HAK-İŞ konfederasyonları tarafından şubat ayında açıklanan ortak talep listesi, işçilerin son bir yılda yaşadığı alım gücü kaybını telafi etmeyi amaçlıyor. İşçi kanadı, yılın ilk altı ayı için taban ücretlere yüzde 50 oranında bir ücret artışı talep ediyor. Bununla da yetinmeyen sendikalar, en düşük günlük brüt ücretin 1800 TL'ye yükseltilmesini ve sonraki altı aylık dilimlerde enflasyonun üzerine refah payı eklenmesini istiyor.

Buna karşılık hükümetin sunduğu teklifler, işçi tarafında büyük bir hayal kırıklığı yarattı. İlk teklifinde yüzde 16'lık bir artış öneren hükümet, ikinci teklifinde bu oranı sadece bir puan artırarak yüzde 17'ye çıkardı. İşçi kanadının en çok tepki gösterdiği nokta ise hükümetin, en düşük ücretin yükseltilmesi ve refah payı gibi temel talepleri müzakere dahi etmeden masadan kalkması oldu. Bu durum, sendikalar tarafından "müzakere ruhuna aykırı" bir tutum olarak değerlendirildi.

Gözler kritik üçüncü teklifte

Mevcut durumda, işçi sendikaları hükümetten gelecek üçüncü teklifi beklemeye geçti. Kulislerde, hükümet içinde çalışan bir grubun yüzde 22'lik bir teklif üzerinde hesaplamalar yaptığı, ancak bu rakamın henüz resmi ya da gayriresmi olarak işçi tarafına iletilmediği belirtiliyor. Hükümetin yüzde 20 barajını aşan bir teklifle masaya gelmesi, kilitlenen müzakerelerin yeniden başlaması için bir umut ışığı olarak görülüyor.

Ancak yüzde 20'nin üzerindeki bir teklifin dahi, işçi tarafının yüzde 50'lik talebinin oldukça gerisinde kalması, pazarlıkların ne kadar zorlu geçeceğinin bir göstergesi. Sendikalar, sadece zam oranına değil, aynı zamanda taban ücret düzenlemesi ve refah payı gibi sosyal haklara da büyük önem veriyor. Bu nedenle, hükümetin sunacağı üçüncü teklifin içeriği, sadece zam oranından ibaret olmayacak ve tüm bu talepleri kapsayan bütüncül bir paket olup olmadığı belirleyici olacak.

Sendikaların eli güçlendi: grev kartı masada

Görüşmelerin tıkanması üzerine işçi sendikaları, yasal haklarını kullanarak süreci bir üst aşamaya taşıdı. Hafta sonunda hem HAK-İŞ Genel Başkanı Mahmut Arslan hem de TÜRK-İŞ Genel Başkanı Ergün Atalay, yasal olarak grev kararı alma aşamasına gelindiğini kamuoyuna duyurdu. Bu açıklama, sendikaların "makul bir teklif" gelmemesi durumunda üretimden gelen güçlerini kullanmaktan çekinmeyeceklerinin en net işareti oldu.

Grev kararı, kamu hizmetlerinde ciddi aksamalara yol açabilecek, ülkenin genel işleyişini etkileyebilecek güçlü bir yaptırım aracı. Sendika liderleri, amaçlarının greve gitmek olmadığını, ancak üyelerinin haklarını korumak için bu yasal yola başvurmaktan geri durmayacaklarını belirtti. Bu durum, hükümet üzerindeki baskıyı artırırken, üçüncü teklifin önemini bir kat daha artırdı. Piyasalar, olası bir genel grevin ekonomik yansımalarını da endişeyle takip ediyor.

Ekonomik tablo talepleri haklı çıkarıyor mu?

İşçi kanadının yüzde 50 gibi yüksek bir zam talep etmesinin arkasında, son yıllarda yaşanan yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı yatıyor. Bağımsız araştırma kurumlarının açıkladığı açlık sınırı ve yoksulluk sınırı verileri, mevcut maaşlarla geçinmenin neredeyse imkansız hale geldiğini gösteriyor. Gıda, kira, ulaşım ve enerji fiyatlarındaki durdurulamayan artış, sabit gelirli milyonlarca kamu işçisinin alım gücünü dramatik bir şekilde eritti.

Sendikalar, talep ettikleri oranın aslında bir "zam" olmadığını, son iki yılda enflasyon karşısında eriyen maaşların telafisi olduğunu savunuyor. Refah payı talebi ise, ülke ekonomisindeki büyümeden işçilerin de pay alması gerektiği düşüncesine dayanıyor. Bu ekonomik zemin, sendikaların taleplerinin kamuoyu nezdinde de destek bulmasını sağlıyor.

İzmir Dikili'de Danimarkalı çiçek devinde emek mücadelesi sürüyor
İzmir Dikili'de Danimarkalı çiçek devinde emek mücadelesi sürüyor
İçeriği Görüntüle

Hükümetin ikilemi: mali disiplin mi, çalışan memnuniyeti mi?

Hükümet kanadı ise farklı bir ikilemle karşı karşıya. Bir yanda, Hazine ve Maliye Bakanlığı öncülüğünde yürütülen ve enflasyonla mücadeleyi hedefleyen sıkı bir mali disiplin programı bulunuyor. Bu program, kamu harcamalarının kontrol altında tutulmasını ve maaş artışlarının enflasyonu körükleyecek seviyelerde olmamasını gerektiriyor. Hükümet, yüksek oranlı bir zammın, enflasyonla mücadelede elde edilen kazanımları riske atacağından endişe ediyor.

Diğer yanda ise 600 bin işçinin ve ailelerinin geçim sıkıntısı ve sosyal memnuniyetsizlik var. Seçimlerin yaklaştığı bir dönemde, bu kadar geniş bir kitleyi karşısına almak, siyasi olarak da önemli riskler barındırıyor. Hükümet, bir yandan ekonomi programını sürdürmek, diğer yandan da çalışanların tepkisini dindirecek "kabul edilebilir" bir orta yol bulmak zorunda. Bu dengeyi kurmak, önümüzdeki günlerde ekonomi yönetiminin en büyük sınavı olacak. Üçüncü teklif, bu hassas dengenin nerede kurulacağına dair önemli bir ipucu verecek.

Kaynak: HABER MERKEZİ