Önceleri çok sık kullanılırdı; tenkit, kritik sözcükleri. Bugün de kullanılıyor batı-doğu kaynaklı sözcüklere özenenlerce. Ancak kritik, tenkit karşılığı olarak önerilen eleştiri de artık yaygın biçimde dilimize girdi.

Kullanılmasına kullanılıyor da, eleştiriden ne anlıyoruz, eleştiri yapmayı biliyor muyuz, özeleştiriyi kendimizde uyguluyor muyuz?

İşte orada sıkıntı var.

Eleştirmeyi severiz; ancak eleştirilmek işimize gelmez, sıkılırız. Övgü, çoğumuzun da vazgeçilmezidir. Yerli yersiz, gerekli gereksiz yaptığımız bir söz eylemidir, gösteridir çoğu kez.

Eleştiriyi yergi sananlar yok mu? Eleştiri yapıyorum diye yerenler, kötüleyenler, yerin dibine batıranlar dün olduğu gibi bugün de az değil.

Yanlışı, kötüyü, çirkini eleştirmek aslında beceri, yetkinlik, olgunluk, doğruluk, bilgelik işidir. Kişinin daha düzgün, biçimli, doğru yönlendirilmesine yardımcı olur eleştiri. Bunu anlayışla, olgunlukla karşılamak, kendine çeki düzen vermek bir erdemdir

Sanat, yazın alanında da eleştiri çok sevimli gelmez okura, yazara. Bu yüzden gerçek anlamda sözüne, düşüncesine, yazdıklarına, eleştirisine güvenilecek nice eleştirmenler de kabul görmezler, sevilmezler.

Bir şiiri, öyküyü, romanı, sanat yapıtını eleştirmek, aslında bilgi donanımı, kültürel ve sanatsal birikim ister. Bu donanımdaki eleştirmenlere inanmak, yararlanmak varken, onlara tepki gösterenler de eksik değildir.

***

Türk yazınında eleştirinin gelişmesi Tanzimat’ta gazetelerde gözlenir. Ahmet Hamdi Tanpınar: ”Tanzimat bizatihi tenkit fikrinden doğmuş bir harekettir” der.

Eleştirinin tarihi Eski Yunan’a değin uzanırken, bizdeki ilk eleştiri örnekleri Namık Kemal kuşağı ile başlar.

Namık Kemal’in, Recaizade Mahmut Ekrem’in, Muallim Naci’nin kimi yazıları Tanzimat dönemindeki eleştiri örnekleri olarak kabul edilir.

Şinasi, Abdülhak Hamid, Samipaşazade Sezai, Beşir Fuad, Nabizade Nazım, Mizancı Murad’ı da dönemin eleştirmenleri olarak anmak gerekir.

Kuşkusuz Tevfik Fikret, Hüseyin Cahit, Mehmet Rauf, Ahmet Şuayp adları da eleştiri de örnek adlar olmuşlardır.

Cumhuriyet döneminde İsmail Habip Sevük, Ahmet Hamdi Tanpınar, Cemil Meriç, Fethi Naci, Mehmet Kaplan, Nurullah Ataç, Suut Kemal Yetkin, Tahsin Yücel, Akşit Göktürk, Ünsal Oskay, Murat Belge, Orhan Burian, Tahir Alangu, Memet Fuat, Mehmet H.Doğan, Bedrettin Cömert, Enis Batur, Kenan Akyüz, Melih Cevdet, Konur Ertop, Orhan Şaik Gökyay, Attila İlhan, Alpay Kabacalı, Cevdet Kudret, Agah Sırrı, Berna Moran, Rauf Mutluay, Ahmet Oktay, Atilla Özkırımlı, Nermi Uygur, Mehmet Yaşar Bilen, Feridun Andaç, Semih Gümüş adlarını da anmadan geçmek olanaksız.

Ne üzücü ki günümüzde eleştirmen sayısında artış gözlenmiyor. Bunu neye bağlamalı? Büyük uğraş, emek gerektirdiği için mi? Yazarı, şairi karşısına almama tedirginliği mi? Eleştirmenin saldırıya, sövgüye, haksız tepkiye, kavgaya karşı ürkekliği, tedirginliğimi? Bana göre açıklığa kavuşmuş değil.

Oysa Feridun Andaç’ın da dediği gibi (Kurşun Kalem, Ekim-Kasım-Aralık 2018 Sayı 50) “Eleştiri aydınlatıcıdır, unutmayalım. Eleştirisiz edebiyat gelişemez. Öykünün, romanın nicel gelişmesi bizi çok da sevindirmemeli.

Niteliği ortaya çıkaracak eleştiriye, eleştirmene gereksinim vardır yazınsal türlerin.”

Son yıllarda sosyal medya dediğimiz sanal ortamda bu tür saldırılara sıklıkla rastlıyoruz. Söz dalaşı, çirkin yergi, sövgü eleştiri boyutunu aşıyor elbet.

Eleştirelim, ama salt eleştirmek için yermek, karalamak, bilgiçlik taslamak, eleştiriden sapmak olmamalı amaç. Düzeyince, bilgeliğince, donanımınca…