Ülkenin büyük bir bölümü işgal altında. Çanakkale'de, Sina çöllerinde, Filistin ovaları ve dağlarında, Kafkas Cephesi'nde, Galiçya'da ağır kayıplar veren ordu bitkin durumda. Halk yoksulluk girdabında perişan. Mustafa Kemal'in binbir zorluklarla oluşturduğu Kuvayı Milliye emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı hesaplarıyla uğraşırken içeride her türlü ihanete uğruyor.

Şeyhülislam Dürrizade'nin fetvaları elden ele dolaşırken, İngiliz ajanlarının altınlarına boğulan hainler, Bursa'da, Adapazarı'nda, Bolu'da, Hendek'te, Düzce'de, Gerede'de türlü fesat taktiklerle ayaklanıyorlar. İşbirlikçi hain Aznavur'un Biga'dan İstanbul'a kaçması da ayaklanıcıların hızını kesmiyor. Öyle ki 21 Nisan 1920'de Gerede'deki ayaklanmanın top sesleri Ankara'dan duyuluyor. Hainlerin tek amacı var; Ankara'ya girmek, Meclis'in açılışını önlemek...

İşte güneşin doğumundan önceki bu karanlık günlerde Yunus Nadi Ankara'ya gelerek Mustafa Kemal'e durumu anlatır; Para yok, asker yok, silah yok...

“Paşam ülke işgal altında. Halk perişan. Her şeyden önce orduyu kurmamız lazım. Meclis'i kurmakla zaman kaybetmeyin. Meclis'i daha sonra kurabiliriz.”

Paşa'nın cevabı oldukça serttir;

“Olmaz efendim, olmaz! Her iş yasal olmalıdır. Ulus işlerinde yasallık ancak ulusal kararlara dayanmakla, ulusun genel eğilimine tercüman olmakla olanaklıdır. Öncelikle Meclis, sonra Ordu. Orduyu yapacak olan ulus ve ona vekaleten Meclis'dir. Çünkü ordu demek yüzbinlerce insan ve milyonlarca servet demektir. Buna iki-üç kişi karar veremez. Bunu ancak ulusun karar ve kabulü meydana çıkarabilir.”

Meclis'in önemini, egemenliğin kullanımını böyle vurguluyordu Mustafa Kemal. 23 Nisan 1920'de Meclis'in açılmasından sonra yaptığı konuşma ise tarihe altın harflerle geçiyordu;

“Artık yurdun alın yazısına yüksek meclisiniz el koymuştur. Bundan sonra bu yolda yapılacak işleri ancak yüce meclisinizin vereceği kararlar yerine getirecektir.”

Aradan 102 yıl geçti. Ata'nın 'Ulus işlerine üç-beş kişi karar veremez' dediği işerde bugün tüm kararları Meclis mi alıyor?

Gelin hatırlayalım; son dört yılda muhalefetin yaklaşık 2 bin yasa önerisi reddedilmiş. Bu yılın ilk dört ayında ise 90 araştırma önergesi kabul görmemiş. Yalnızca geçen yıl muhalefetin 622 yasa önerisi gündeme dahi alınmamış. Bütçede halkın yararına olan önergelerin de tümü AKP-MHP oylarıyla reddedilmiş.

Son dört yılda reddedilen yasa önerileri arasında neler yok ki. Emeklilikte yaşa takılanlardan, 3600 ek göstergeye, öğrencilerin kredi borçlarının silinmesinden, elektrik, doğalgaz ve mutfak tüpünden ÖTV ve KDV alınmamasına kadar bütün öneriler iktidar tarafından bir kalemde yok sayılmış.

Peki ya muhaefet partilerinin araştırma önergeleri? Gülen yapılanmasının siyasi ayağının ortaya çıkarılması, siyasilerin vergi cennetlerindeki muhtemel servetlerinin araştırılması, İŞİD'in faaliyetlerinin araştırılması, Kobani olayları, Diyarbakır, Suruç ve Ankara'daki terör olaylarının ortaya çıkarılması, tarikat ve cemaat yurtlarında yaşanan sorunlar, Tekirdağ Çorlu'daki 24 kişinin hayatını kaybettiği tren kazasının araştırılması,sorumlularının ortaya çıkarılması...

Daha neler, neler... Yok. İktidar partileri hepsini reddetmiş. Sanki sorumluların ortaya çıkarılmasını istemiyor gibi...

Geldiğimiz noktada 2017'den bu yana Cumhurbaşkanlığı kararnamelerinin sayısının, Meclis'in çıkardığı yasalardan fazla olduğu görünüyor. Anayasa Profesörü İbrahim Kabaoğlu'nun dört yıl önce Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi gelmeden önce yaptığı açıklamada (Bu sistem gelirse Türkiye Kararnamelerle yönetilen bir devlete dönüşecek) öngörüsünün bugün gerçekleşmediğini söyleyebilir miyiz?

Anayasa'mızın 6. maddesi “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir. Türk milleti egemenliğini, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır.” der. Milletimiz egemenliğini yetkili organ olan TBMM eliyle kullanıyor mu? Soru bu...