Gençliğin “kafa kâğıdı”yla değil, “kafa”yla ilgili bir kavram olduğunu kabullendiğimiz gün, gençlikten ürkmekten, korkmaktan, zehirli midyeler gibi yapıştığımız hayatı boğmaktan da, hayatı karartanlardan da vaz geçeceğiz. Bu dünyanın yaşanır bir yer olmasında, doğanın gençlikten, yenilenmekten, değişimlerden yana olduğunu anladığımızda, kendimize çeki düzen verecek, gençliğe ve genç olana diş bilemenin yararsızlığını anlayacağız. Buna uygun davranamayanların doğada ve insanlığın büyük yürüyüşünde yer almadığını, ayak uyduramadığını, tepe taklak geride kaldığını görmek zorundayız. Gericilik, tutuculuk ve yobazlık kavramları işte bu gerçeğin ortaya çıkardığı kavramlardır. Göremezsek ne olur? Başaramayanların kaçınılmaz sonları için, tarihin çöplüğüne, evrimin fosil müzelerine bakmak yeter.Gençlikten anladığımız, yalnızca fiziksel bir süreç değil, düşüncede, sözde, duruşta ve eylemde “yeni” olandır. Yılda en az iki üç kez bu konuya değindiğimi okurlarımız anımsayacaktır. Bugün de tam zamanı diye düşünüyorum.

Değerli Emre Kapkın’ın da belirttiği gibi, gençlik (çocukluk da dâhil olmak üzere) bir önceki kuşağın ölümüdür. Bu ölüm, yalnızca doğanın kaçınılmaz sonunu anlatmaz. Kanıksanmış, sıradanlaşmış ne varsa hepsinin sonunu, “müesses nizam” ne kadar önlem alırsa alsın hepsinin yıkılacağını, değişeceğini ve yerine yenisinin geleceğini işaret eder. Önce meşruiyetleri, hayattaki karşılıkları, bunların ortaya çıkardığı sorunları deşelemekle, sorgulamakla işe koyulur gençlik. Hayatın müthiş diyalektiğinin bağışladığı araçlara, kavramlara, aygıtlara, onların desteklediği “zekâ ve algıya” sahiptir ve “eski” olan ne varsa, yasalarıyla, dayatmalarıyla, yasaklarıyla engeller koyar, gence “toplumsal kabul” yaptırımlar uygular. Ki genellikle faşizan, insan haklarını zerre kadar umursamayan, çok standartlılığın korkunç örnekleriyle yüklü “insansızlık ve insafsızlık” örnekleridir.

İlkel toplumdan günümüz “modern” dünyasına, gencin elli metre yüksekten burnu toprağa değecek kadar kaldırıp atılması, karanlık ormanlarda belli bir süre yalnız bırakılması, sünnetten askerliğe, okuldan geçerli terbiye kurallarına yolculuklara çıkarılması, hatta başaramadığı sürece “Adsız” bırakılması bundandır. Siz bu listeye işsizlikten idamlara, kızların zorla evlendirilmesinden nihayet okullarının kapısına kelepçe takılmasına, sayısız “ders ve ibret” örneği ekleyebilirsiniz. Dinlerden yasalara, geleneklerden gündelik deyimlere yapılacak bir yolculuk, önceki kuşaklarınneredeyse tek derdinin, “genç ve gençlik” olduğunu kanıtlar. O kadar uzağa gitmenize de gerek yok, geçmişte yaşadıklarınıza, bugün bir gence nasıl yaklaşıp, neler dayattığınıza bakmanız yeterli olacaktır. Size işlerine geldikleri zaman “Daha dur bakalım, daha çocuksun” derken, iki dakika sonra ve neden “Koca adam oldun!” dediler mesela? Siz bir çocuğa ve gence karşı, günde kaç kez aynı ikiyüzlü davranışı gösteriyorsunuz? Bir düşünün derim.

Gençlik, yalnızca bedene özgü bir süreç de değildir. Akımlar da yaşlanır ve genç arayışlar yenilerini ortaya çıkarırken, eskiler -yetkinlikleri oranında- birer tür-akım örneği olarak insanlığın belleğindeki yerlerini alırlar. Merak eden, Nazım Hikmet’ten Bauhaus’a, Epik Tiyatro’dan Yeni Dalga Sinemaya, her sanat dalındaki nice örneğe şöyle bir bakıversin. Bilimdeki baş döndürücü gelişmeler, işte o genç yaklaşımlar sayesindedir. Örneğin, gençliğe öfkesini uzaya mekik gönderecek yetkinlikteki cep telefonundan dillendirirken, onu yaratan enerji, o enerjiye fırsat tanıyan değerler unutulmamalıdır. İşte o enerjiye “gençlik” denir.

İlerleme tüm gücünü gençlik tavrından, arayışından, merak ve sorgulamasından alırken, biricik ocağı üniversiteyi, özgürlük-özerklik-bağımsızlık kalesi olarak görür. Bu aydınlanma kalesinin, sık sık devletin, iktidarın, kamunun “gençliğe bakış” kalibresini sergilemek, boy aynası tutmak gibi bir alışkanlığı vardır. Ölçütleri demokrasidir, çağdaşlıktır, özgürlüktür, laikliktir, ilerlemeye ve gençliğe duyulan saygıdır. Çok karışık olduysa, Söylev’in son sayfasını okuyup, yazarının ömrü boyunca söyleyip eylediklerine bakıp, bir ülkenin kurtuluş meşalesinin yakıldığı günün, neden gençliğe armağan edildiği düşünülmelidir.Çok iyi bir derstir, kaçırmayın, kaçıranlardan olmayın. Metallica bile yardım edemez, bizden söylemesi.