İngiliz yazar David Fraser, The Short Cut to India, The Record of a Journey along the Route of the Baghdad Railway (Hindistan'a Kısa Yol, Bağdat Demiryolu Rotası Boyunca Bir Yolculuğun Kaydı) Londra 1909, isimli kitabında 1907 yılında gördüğü Konya’yı şöyle anlatır (s.28-30).
‘Konya'ya vardığımızda hepimiz, Hotel du Chemin de Fer de Baghdad adında görkemli bir binaya dönüşen yerel pansiyona gitmek için yola çıktık. İstasyonda çiçeklerle süslenmiş ve koyu kırmızı fas döşemeli bir salonu, yataklar, tuvalet vb. ile lüks bir şekilde donatılmış kompartımanları olan güzel lüks bir tren bulmak ilgimizi çekti. Bunun, yıllık teftiş gezisine katılan Alman Büyükelçisinin ( İstanbul’daki alman büyükelçisi Adolf Marschall von Bieberstein (1842-1912) olmalı. Marschall von Bieberstein, büyükelçi olarak (İstanbul’daki büyükelçilik dönemi 1897-1912) İstanbul’a gönderildi. Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki ekonomik işbirliği yoluyla, Almanya'nın Doğu ile ilişkilerini genişletmek istiyordu. Bağdat Demiryolu bunda merkezi bir rol oynadı. Marschall von Bieberstein'ın çabaları sayesinde, ağırlıklı olarak Almanlardan oluşan bir konsorsiyum, Bağdat Demiryolu'nu inşa etme imtiyazını aldı) özel treni olduğunu öğrendik. Biz istasyonda valizlerimiz ile ilgili olarak konuşurken, Türk subayları geldi ve bunlar silindir şapkalı, mütevazı görünüşlü ama heybetli bir beyefendinin önünden herkesi uzaklaştırdı. Bir hareketle karşı karşıyaydım ve benden üstün olanların önünde hemen teslim oldum. Ancak genç subaylardan birinin sırtı Büyükelçiye dönüktü ve Türkler onu yolundan çekmeye çalıştıklarında o sadece onlara yumuşak bir tavırla döndü ve kendisini itmekle ne kastettiklerini öğrenmek istedi. Bu arada Büyükelçi, bu engelin etrafından dolaştı, ancak Türkler, büyük adamın -tabii ki kasıtsız olarak- bu şekilde muamele ettiğini ve suçlunun hiçbir suçluluk belirtisi göstermediğini görünce tamamen şaşkına döndüler. Büyükelçinin kendi adamlarını ağırlaması nedeniyle, önemli bir isme sahip olan bu otelde her zamankinden daha güzel bir akşam yemeği vardı. Her birimiz ikişer tur dondurma yedik ve bunca yıldan sonra ruhumun ne kadar basit kaldığını düşünmek beni sevindirdi.
Antik dönemde Iconium olarak bilinen Konya, çok eski bir şehirdir ve Tufandan sonra ortaya çıkan ilk yer olduğu söylenmektedir. Aziz Paul burayı iki kez ziyaret etti; biri Barnabas'la, diğeri Timoteos'la birlikteydi. Büyük havarinin putperest bir tanrı sanıldığı yer burasıydı ve Jüpiter'in rahiplerinin ona kurban vermesini engellemek için çok uğraştı. Konya artık tamamen modern bir yer olduğundan, antik medeniyete dair çok az iz görülebilmektedir. Anadolu Demiryolunun gelişi buraya hatırı sayılır bir refah getirdi; birçok Rum ve Ermeni ve birkaç Avrupalı burada büyük ticaret yaptı. Buradaki Osmanlı Bankası'nın çok iyi İngilizce bilen Suriyeli bir temsilci tarafından yönetilen şubesi, çok iyi maaş veriyor.
Konya, Türk Hükümeti'nin nüfusu artırma siyaseti kapsamında yer alıyor. Fazlaca ürün sağlamak için yalnızca sakinlere ihtiyacı var. Sultan bile, doğal veya doğaüstü yollarla nüfusu artıramaz, bu yüzden medeni göç yöntemi kullanılmıştır. Hükümet, Müslümanların ikamet yerlerini Konya’ya taşımak için Kırım, Kafkasya, Rumeli ve diğer yerlerde temsilciler bulundurmaktadır. En büyük teşvik, Hıristiyan ülkelerden Müslüman bir ülkeye göçtür. Göçmenlere toprak, ev, tohumluk mısır vb. ve hayata yeni bir başlangıç yapmak için gereken tüm olanaklar vaat edilmiştir. Amaç yeterince açıktır ve etkili bir şekilde çalışılırsa tamamen övgüye değer olacaktır. Artan zirai ekim, fazladan gelir getirecek, bu gelenler ordu (Osmanlı ordusu) için daha fazla asker sağlayacaktır. Müslümanların Hıristiyan unsurlara kıyasla güçlendirilmesi, Türk siyasetinde her zaman ön plandadır. Bu, Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki sorunu hafifletme eğiliminde olacaktır. Ancak ne yazık ki, bu mükemmel politika istenen sonucu elde edebilecek şekilde yapılmıyor. İstanbul’daki Göç Komisyonu, ülkeye gelen göçmenlerin nerelere gönderileceğini yerel yetkililerle görüşüyor.
Çok sayıda talihsiz aile, toplulukların içine yerleştiriliyor ama bu toplulukların ileri gelenleri bunları istemiyor. Konya’ya geldiklerinde onlara bol miktarda toprak veriliyor, ancak evler ve mısır bambaşka bir konu. Yerel yetkililer zaten İstanbul’a para göndermeleri için taciz ediliyor ve bu durum göçmenlerin zorluklarına zorluk katıyor. Sonuç olarak, bu bahtsız yeni göçmenler, iki arada bir derede kalıyorlar, çektikleri acılar genellikle sadece sabırlı Doğuluların dayanabileceği türden oluyor. Son on yıl içinde yaklaşık 2000 aile Konya bölgesine getirildi. Çocuklar ve yaşlılar arasında korkunç ölüm oranları yaşanıyor ve sonunda genellikle acı çekenlerin sağlığı ve ruhu kırıldıktan sonra bir şeyler yapılıyor. Konya'da iki yıl önce gelen insanların iskeletlerinin bulunduğu uzun sıralar halinde sefil kulübeler gördüm, buradakilerin çoğu açlıktan ölmüştü ve bazıları sadece hayırseverlerin sayesinde hayata tutunmuştu. Görünüşe göre Türk Hükümeti tarafından kendilerine verilen sözlerin çoğu tutulmamıştı’.