Doğadaki tüm canlılar evrim yoluyla hayata tutunurken, insanlık büyük devrimler sayesinde bugünlere ulaştı. Bugün hayatı yalnızca barınma, beslenme ve üreme güdüsü olarak tanımlamıyor, ona değerler yükleyip, daha güzel, daha yaşanır, daha paylaşılır kılmaya çalışıyor ve çabamızı varoluşumuzun gerekçesi sayıyorsak, bu sonucu o devrimlere borçluyuz.

Prometheus’un ateşi insanlığa armağan etmesinden, insanlığın yiğit çocuklarının hayatın her alanında değerler üretmesine, hepsinin temelinde bu büyük yolculuğa yakışma-yoldaş olma çabası vardır. Düşünce, bilim, sanat başta olmak üzere, bizi “biz” yapan-yapması gereken rotaları çizenlere saygısızlık, insanlıktan vaz geçmenin öteki adıdır. Bir yandan nimetleriyle işkembemizi doldurup, bir yandan mide bulandırıcı bir ihanetle, o nimetleri yaratan değerleri küçümsemeye ve hafızalarımızdan silmeye kalkışmak, başka nasıl açıklanabilir?

Türkiye Cumhuriyeti, büyük yürüyüşün yansımalarından ve sonuçlarından biridir. İnsanlığın evrim ve devrim serüvenine mükemmel bir örnektir. İnsanlığın büyük yürüyüşüne ayak uyduramayan, alt yapı ve üst yapı kurumlarıyla çağdışı kalmaya mahkûm olan, insana ve hayata bakışı insanlığın ulaştığı tanımlardan gerilere savrulan her devlet biçimi ve toplumsal düzen, tarih dehlizlerinin yolunu tutmak zorundadır. Fikir zaptiyeleri ya da okuduğunu anlama konusunda beyin hücresi harcamamaya yeminliler için, altını çize çize belirtelim: o devlet biçimlerini ve toplumsal düzenlerini, insanlığın o günlerde yaşadığı süreci unutarak hiçlemek ve tarihe saygısızlık yapmak başka, bugün ulaştığımız değerler açısından irdelemek ve çıkarımda bulunmak başka bir şeydir. Bu diyalektiği göz ardı ederek, artık tarihte kalmaya mahkûm ve günümüz açısından hiçbir karşılığı olmayan sistemleri yeniden tesis etmeye kalkışmak nasıl ki “gericilik” olarak adlandırılıyorsa, o günleri çıktığı yumurtayı beğenmeyen civciv misali reddetmek ya da yok saymak da, o denli yobazlıktır. Mesele, o günlerden kalan ve artık birer insanlık mirası sayılan güzellikleri-yapıtları-emek ürünlerini saygıyla korumaktır. Yetmez. Meselenin öteki yanı da, o günlerin nice bedel ödenerek aşılmış olumsuzluklarını, bugün yaşanır-geçerli-egemen kılmak için çabalamamak, ülkelerin zamanlarını, kaynaklarını ve kuşaklarını heba etmemektir. Bu rüzgârlara kapılmamanın çok kolay ve anlaşılır yolları vardır. Benim aklıma büyük komutan, aydınlanma lideri ve başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Bir gün söylediklerim bilimle çelişirse, siz bilimi seçin” sözü geliyor. Sizin aklınıza neler geliyor? Heraklitos’un “Aynı suda iki kez yıkanılmaz” sözü olabilir mi?

97. Yılını yaşamanın onurunu, 100. Yılına yaklaşmanın coşkusunu yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin, “laik, çağdaş, sosyal hukuk devleti” kimliğini itibarsızlaştırmaya, geri düşürmeye kalkanlar ile savruk, tutarsız, tarihe ve ülkesine “Yaban” liboş lafazanların anlayamadığı gerçek işte budur. Bunca güce, yetkiye, makama sahip olarak 20 yıla yakın hükümet olanların “Fikri iktidar kuramadık” itirafı ile hezeyan anaforundan kurtulduktan sonra “Aldatıldım, yanıldım” sızlanmasıyla arınmaya çalışanların ortak noktası budur. İkincilerin kırık dökük kelamları ne anlama geliyor, gerisi nasıl gelir henüz bilmiyoruz. Ama “fikri iktidar” kuramamaktan mahzun olanların, suçu medyaya atmakla yetinmesinden, tarihi ve coğrafyayı gerektiği gibi okuyamadığını, vaz geçmeyeceğini iyi görüyoruz. Hele ki o medyanın, koşulsuz kuralsız bir propaganda aracına dönüşmesine rağmen.

İnsanlık elbette “ideal” olan sistemi tesis etmedi. İnsanlık var oldukça, bu arayış bitmeyecektir, bitmemelidir. Bunu reddetmek diyalektiği inkârdır, tutuculuktur. İnsanlık, kan milliyet din pazarlamacılarınınneden olduğu sayısız skandalla, bilime, sanata, insan haklarına yapılan saygısızlıklarla devasa bir tarih yazdı. Türkiye Cumhuriyeti, bu coğrafyada tarihin temize çekilmesinin ve geleceğe ufuklar açmanın halidir. Onu geliştirmek, geriye düşürmekle değil, kurucusunu ve büyük adımlarını içselleştirmekten ve gereğini yapmaktan geçer. Gerici tamam da, ilericiyim diyenin tutuculuğun tuzaklarında ne yapacağını bilememesi, kelamını dünya görüşünce dillendirememesi… Hazin olan budur.Ne hamaset, ne ihanet, ne aymazlık. Biraz bilim, biraz ahlak, biraz vefa ve elbette cesaret. Tarihe yön verenlerin manifestosu budur.

Yaşasın Cumhuriyetimiz!