Reis Dünya Şehircilik Günü toplantısında şiir gibi konuştu: "Biz kendi arkadaşlarımıza söylüyoruz. Diyoruz ki dikey mimari yok, yatay mimari... Biz ağaç kesin değil ağaç diken iktidar olduk..."
16 senedir şehirlerin siluetlerini kim bozdu acaba diye insan düşünmeden edemiyor tabi...
Yandaş müteahhitlerin İzmir'in dört bir yanına diktikleri hilkat garibelerine kim izin verdi mesela?
Çeşme'nin sahillerine dikilen rezidansların onayı kimdeydi?
Okluk koyuna yapılan yazlık saray için binlerce çam ağacını kim kesti?
Bodrum, Kazdağları, Kuzey ormanları hangi eller tarafından biçildi?
Yangın çıkan bölgeler neden yeniden ağaçlandırılmak yerine imara açıldı ve apar topar inşaata başlandı?
Katine elinde makasıyla mı gelip biçti, dikti?
Sorular var da muhattabları yok ne yazık ki!
Konuşmalar şiir gibi, gerçekler kabus ve ötesi.

***

Reis aynı konuşmada şunları söyledi:
"Bütün aileler gelsinler millet bahçelerine yatsınlar yuvarlansınlar; onlar orada yuvarlandıkça bizi hatırlayacaklar. Üniversitelerin olduğu yerlerde millet kıraathanelerini yaygınlaştıralım; orada kek, çay olsun; çocuklar kekini alsın, çayını yudumlasın bize dua etsin."
O millet sadece yeşillik görünce yatsın yuvarlansın zaten.
Gençler de beleş çay, kek kovalasın.
Çok düşünmesin.
Kitap okumasın. Sanatın hiçbir dalıyla işi olmasın.
Üretmesin. En fazla, üretenin ayakçısı olsun.
Öyle aç, öyle işsiz, hobisiz, keyifsiz kalsın ki eline tutuşturulan bir parça bedava kek ve üzerinde yuvarlanacağı çayır çimenle kendisine bunu reva görenlere minnet etsin, biat etsin, kendini kul köle eylesin.

Eyyyy Gençlik!


Üniversitede okurken istisnasız hepimizin tek derdi part time iş bulmaktı.
Kendi okuduğumuz bölümlerle ilgili hem pratik yapmak hem de yol harçlığı bile olsa biraz para kazanmak tek hayalimizdi.
Bir kısmımız bunu başardı da...
Bir gazetede imzalı ilk fotoğrafım ve haberim çıktığında fakülteye yeni başlamıştım.
Haber ve fotoğraf pul kadardı ve ay sonu ödenecek tek ücret de yol ve yemek parasıydı ama olsun.
Bir şeyler üretmek, hayatın içine bodoslama dalmak, bunu ben başardım demek, ilk kez evden okul ve avare dolaşmak dışında bir neden için çıkmak, bir iş yerinin kartını cüzdanında taşımak...
18 yaşında bir genç için; ergenliğe veda etmek, bir anda büyümek demek.
Sonrası, okyanusa erken dalmanın mükafatını bir ömür boyu yaşamak oluyor.
O yüzden genç kardeşlerim siz bedava çay-kek kovalamayı değil üretmeyi, avantayı değil çalışmayı tercih edin.
Size dayatılanı değil kendi tercihlerinizle düşe kalka da olsa dimdik yürüyeceğiniz bir hayatı seçin.