Cumhurbaşkanı neden aradı?
İzmir Büyükşehir Belediyesi soruşturmasıyla ilgili iddianame 5 Ocak 2012’de çıktı ortaya. 359 sayfalı iddianamede sanıklar, “Cebir, tehdit uygulayan çıkar amaçlı suç örgütü kurmak ve yönetmek”le suçlanıyordu. Başkan Aziz Kocaoğlu hakkında 397 yıllık ceza talep edilmişti.
Türkiye şok içindeydi.
Ekleriyle birlikte 5 bin sayfadan oluşan dava dosyasındaki pek çok bilgi ve belge (!), tıpkı soruşturmanın başladığı ilk günlerde olduğu gibi, yine el altından bazı gazete ve televizyonlara servis edilmekteydi. Tam bir algı operasyonu yapılıyordu.
3 Nisan 2012’de başlayan duruşmada sanıklar 74 saat ifade verdi. Kocaoğlu 55 sayfalık savunmasını, pek çok örnekle 3 saatte tamamlayabildi.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, aynı günlerde kenti ziyaret eden Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e havalanında “Devlet Denetleme Kurulu’ndan bilirkişi” talebinde bulunmuştu:
- Bizi denetlemeye gelen insanların mevzuat bilgisinden ciddi kuşkularımız var. Denetimden kaçmıyoruz. Bizi siz de denetleyin.
Bu sözlü talebin ardından, bir de mektup yazmışktı Başkan. Cumhurbaşkanı Gül’e… Tarihe not düşmek için aynı talebini orada da yineliyordu.
Yara en çok avucunun içindeyse sana aittir
Mektuptan yaklaşık 20 gün sonra, Büyükşehir Belediyesi’nin giriş katındaki Çetin Emeç salonunda bir toplantıya katılan Aziz Kocaoğlu, Özel Kalem’den gelen notla hızlı bir şekilde dışarı çıktı.
Cumhurbaşkanı telefondaydı.
Kocaoğlu’nun talebini incelettiğini ve mevzuat uygunsa Devlet Denetleme Kurulu’nu görevlendireceğini söylüyordu.
Nitekim Gül, bir süre sonra yaptığı bir açıklamada, özel yetkili mahkemelerin işleyişini eleştirirken İzmir örneğini verecek; “Daha suçun var olup olmadığı belli olmadan her şeyi buraya sokuyorlar. Sonuç olarak bir belediye başkanını incelemeden, suçun vasfını belirlemeden buraya sokuyorlar. Esasında bundan da bir şey çıkmayacaktır” diyecekti.
Gül, zedelenen kamu vicdanının sesi olmuştu bir anlamda.
Türkiye Cumhuriyeti’nin “1 numaralı ismi” tarafından yapılan bu açıklama, özel yetkili mahkemeleri de ciddi anlamda tartışılır hale getirdi.
Cumhurbaşkanı’nın “Esasında bundan da bir şey çıkmayacaktır” dedikten sonra gerçekleştirilen ilk duruşma 5 Temmuz’daydı. Mahkeme heyeti, İzmir Büyükşehir Belediyesi davasındaki 18 tutukludan 17’si için “tutuksuz yargılama” kararı verdi. Sadece Genel Sekreter Pervin Şenel Genç kalmıştı “içeri”de…
Bir süre sonra, “3. Yargı Paketi” olarak bilinen düzenleme ile özel yetkili ağır ceza mahkemeleri kaldırıldı.
Genel Sekreteri Pervin Şenel Genç özgürlüğüne, ilk tutuklanmasından ancak 463 gün sonra kavuşabildi. 7 Ağustos 2012’de…
Kocaoğlu, eşi Türkegül Hanım ve çalışma arkadaşları, onu Yeni Şakran Cezaevi’nin kapısında karşıladı.
Süreç boyunca acısını hep içine akıtan, dışarıya hiçbir şey belli etmeden hep dik durmaya çalışan Aziz Kocaoğlu’nun gözlerinden akan birkaç damla yaşı pek fark eden olmamıştı o karşılamada…
O günlerde yaşadığı sıkıntıları, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevindeki 14. yılında şu cümlelerle anlatacaktı Kocaoğlu:
- Dürüstlüğünden şüphe duymadığım arkadaşlarım birer birer tutuklanıp cezaevlerine gönderilirken, geride kalan eş ve çocukları, anne ve babaları çaresizlikten gözümün içine bakarken, içim kan ağlasa da bunu belli etmemem, güçlü olmam ve dimdik durmam gerekiyordu. ‘Yara en çok avucunun içindeyse sana aittir’ derler. Sıkarsın avucunu, canın yanar ama senden başka kimse bilmez neden acıdığını.
Geç kalan adalet, adaletsizlikmiş
Cezaevine girmese de, o süreçte Kocaoğlu gerçekten çok acılar çekti. Hiç aksatmadan, her pazartesi günü, cezaevinde yatan bürokratlarını ziyaret etti, moral verdi.
Bergama Cezaevi’nde tutulan kadın bürokratlara eşi ile birlikte gidiyor, erkeklerin yattığı Buca Cezaevi’ni ise yalnız ziyaret ediyordu.
Her görüşmeden önce içi daralsa, ruhunda fırtınalar kopsa da, demir parmaklık arkasındaki arkadaşlarının karşısına mutlaka kendisini toparlamış olarak çıkmaya çalışıyor, adeta yüzüne bir maske takarak onlara gülüyor, şakalar yapıyordu. Hatta bazılarına “Keşke siz dışarıda, ben içeride olsaydım… Oturur kitaplarımı okurdum” diye takılıyordu.
Aslında samimi düşüncesi de buydu: Herkes adına bedel ödemek…
Bir yandan cezaevindeki bürokratlarını dik ve diri tutmaya özen gösteren Aziz Kocaoğlu, diğer taraftan sık sık onların aileleriyle bir araya geliyor, moral veriyor, maddi-manevi dertlerine derman olmaya çalışıyordu. Yükün önemli bir bölümünü kendisi üstlense de, “dışarıdaki” bürokratlar da maaşlarının bir bölümünü hapisteki arkadaşlarının aileleri için ayırmıştı. Müthiş bir dayanışma vardı İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde…
Bu sıkıntılı süreç, 27 Şubat 2017’deki duruşmayla bitti.
Koca bir 6 yıl sonra…
130 sanıkla başlayan, tiyatrocu Alaattin Eraslan’ın cezaevinde yakalandığı kanser hastalığından 6 Mayıs 2013’te vefat etmesiyle sanık sayısı 129’a düşen meşhur İzmir Büyükşehir Belediyesi davasının final gününde, Savcı Zafer Yetişer’in 26 sayfalık mütalaası aslında her şeyi anlatıyordu.
İzmirlilerin belediyesinin başına nasıl bir çorap örüldüğünü… Yani kurulan kumpası…
Hakimin beraat kararından sonra, sanık bölümünde oturan arkadaşlarına doğru dönen Başkan Kocaoğlu’nun ağzından şu cümleler dökülecekti:
- Koca bir 6 yılımız emniyette, savcılıkta, nezarette, mahkemede, cezaevinde geçti. Istırapla, gözyaşıyla, kahırla… Sonunda tüm suçlamalardan yüzümüzün akıyla çıktık çıkmasına da… Geç kalan adalet, adaletsizlikmiş. Bunu çok iyi anladık.
Aziz Kocaoğlu ve çalışma arkadaşlarının bu süreçte yaşadıkları, önce “Çete” ardından da “Kumpas” adlı kitaplarda anlatıldı, tüm çarpıklığıyla…
İzmir Büyükşehir Belediyesi operasyonları ile dava sürecinde yaşananları kaleme alan Gazeteci Gönül Soyoğul, “Çete” kitabının finalinde “Herkes için adalet, artık Kaf dağının ardında” deyip şöyle devam ediyordu:
“Yargılananların suçlu olduğunu kanıtlama işinin iddia makamının değil de niye suçsuzluklarını kanıtlamak zorunda kalanların işi oluşuna şaşırdım. Kanuna uygun davranmayı ilke edinerek çalışıp buna göre görev yaptıkları inancıyla yaşarken, bir gün sorgulanacaklarını, yargılanacaklarını, suçlanacaklarını ve suçsuzluklarını kanıtlamak zorunda bırakılacaklarını aklının ucundan bile geçirmeyen insanlar adına şaşırdım. Ve sordum: İnsanların onurlarıyla birlikte umutlarının bu denli parça parça ve acımasızca kırıldığı, yargıya güvenin bu denli yitirildiği, başka bir dönem acaba yaşanmış mıdır?”
Gazeteci Hasan Tahsin Kocabaş’ın yayına hazırladığı “Kumpas” adlı kitabın en önemli bölümleri ise savcılık mütalaası ile mahkemenin gerekçeli kararı oldu. Kitabın ilham kaynağı, Başkan Kocaoğlu’nun beraat kararını öğrendiği an söyledikleriydi:
- Savcının mütalaası ders niteliğinde. O yüzden bunun, Türk belediyeciliği için bir başucu kitabı olması lazım.
Beraat kararıyla adeta küllerinden doğan Büyükşehir Ailesi, işe kaldıkları yerden, üstelik dört elle sarılacaktı.
Kocaoğlu’nun dediği gibi;
- Bir yeldi geçti; tabii ki deldi geçti. Ama takılmamak gerekiyor. Süngeri çekip aldığımız derslere bakalım. Önemli olan kente hizmet etmek.
Peki ya o davada soruşturmayı yürüten özel yetkili savcılar, emniyet müdürleri, davaya bakan mahkeme başkanları, pek çok masum insanın tutuklanmasının altında imzası olan hakimler?
Onların büyük çoğunluğu FETÖ soruşturmasıyla ya meslekten ihraç edildi ya da tutuklanarak cezaevine gönderildi.