1965 yılıydı…

Karlı yolda yürümeye çalışırken, siyah takım elbiseli, iki janti arkadaş, Arsev’in yolunu kesti…

“Bay Arsev. Bize 10 dakikanızı ayırmanız gerekiyor” dediler.

Karşılık vermedi. Sessizce onayladı.

Siyah Amerikan, uzun boylu arabaya bindiler…

Nereye gittiklerini biliyordu. Bu ajanımsı görevliler, nezaketle durumu anlatmışlardı.

Sessiz, alakasız konuşmalarla geçen yol boyundan sonra, araç binanın önünde durdu.

Kimlikler gösterildi, ağır silahlı nöbetçiler, giriş kapılarını açtı.

Çok nazik karşılandı Arsev…

Kendisinden NASA’da çalışması istendi. Bunun olması için de acil Amerikan vatandaşı olması  önerildi.

Arsev’in pasaport vizesi bitmiş, park cezasını ödeyemediği için doğru dürüst kanuni işlemlerini dahi tamamlayamıyordu.

Amerikan vatandaşı olma önerisini nazikçe red ediyordu. Bir soru sordular ;

“Bir savaş çıksa ABD’den yana mı olursun, Türkiye’den mi?”

Arsev şöyle dedi: “ABD’yi seviyorum fakat Türkiye benim memleketim. Bunu yapamam. Bir savaş çıkarsa bu sorunun yanıtını  o zaman 24 saat içerisinde verebilirim.”

NASA yetkilileri, bu red karşısında şaşkın olmalarına rağmen, yapacakları projenin içerisinde olmasını şiddetle istiyorlardı.

Amerikan tarihinde ilk kez bu koşullarda çalışma izni verdiler…

Üç yazılımcı öğrencisi ile NASA’da çalışmaya başladı.

….

İnsanoğlu’nun aya gidiş serüveninin, baş aktörü Neil Amstrong ve arkadaşlarıydı.

Tüm televizyonlar canlı yayınla aktarıyorlardı.

O sırada, birkaç NASA yöneticisiyle Arsev de televizyondan izliyordu.

Spiker,”İniş sistemleri bozuldu, Neil aya inemiyor” dediğinde, Arsev TV başında mırıldandı.

“İner, iner” dedi.

Herkes O’na döndü. “Sen nereden biliyorsun Türk” dediler.

“Neil’in manuel  iniş yazılımı var. Onu kullanarak inecektir” dedi.

Dediği gibi oldu.

Çünkü Arsev, yanındaki üç öğrencisiyle Apollo 11 adlı uzay aracının dönüş programının yazılımcısıydı.

Dikkatinizi rica edeyim 1969… Nasa, Aya Yolculuk, Amstrong, Apollo 11…

O, 1.5 milyar insanoğlunun dakika dakika izlediği ay yolculuğunun mimarlarından biriydi…

…..

1969 yılının 21 Ekim tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nin 1. sayfasında, orta sıralarda, tek sütun bir haber vardı.

Şöyle diyordu; “Türkiye, Ay’dan daha enteresan”

Beyanatı veren, ayın fatihleri, Neil Amstrong ve arkadaşlarıydı.

Açıklama yaptıkları yer de ulu önder Atatürk’ün ebedi istirahatgahı, Anıtkabir’di.

Dünyaya döndükten sonra Anıtkabir’i ziyaret etmiş, saygı duruşunda bulunmuş, çelenk bırakmışlardı…

….

Aslında hikaye sürüp gidiyor.

Arsev Eraslan, bu ülkenin göz nuru, aydın, mucit çalışkan ve bir o kadar da mütevazi bilim adamıdır.

Babası, Cumhuriyetin ilk profesörlerinden  ilk uçak mühendisimiz Necdet Eraslan’dı.

Bu baba oğlun hikayelerinde, Kayseri’deki uçak fabrikalarından, ilk patlarlı mazotlu motoru yapmaya kadar, derin hizmetler de var…

60’lı yıllarda yazılım yapmak, Apollo 11 hikayesinde ekipte olması ise zirve noktaları…

Peki bu tohumları kim attı?

Kim olabilir ?

“Şüphesiz ki insanoğlu 100 yıl içerisinde fezaya da gidecektir” diyerek, vizyonu ile bir kez daha hayretler içerisinde bırakan, Mustafa Kemal Atatürk…

Bu isimlerin eğitimlerini tam almaları için gereken bütün destekleri vermiş, bu ülkeye, hatta dünyaya mütevazi ama gerçek bilim adamlarını kazandırmıştı.

İşte bu yüzden, Arsev Eraslan, şekil ne olursa olsun, ABD vatandaşlığı istememiş, “Atatürk’ün ülkesinde yapacaklarım var” diyerek, ülkesine geri dönmüştü.

Bu hikayeleri, araştırmacı yazar Tolga Aydoğan’ın, “Atatürk’ün izindekiler” adlı kitabında,

Çok daha ayrıntılı, çok daha hayretler içerisinde bırakan çizgilerle bulabilirsiniz…

….

Hani uzaya gidiyoruz ya…

Biraz Türkiye tarihini, biraz Atatürk’ü unutturmasalar…

Biraz, sayfa karıştırıp kafamızı karıştırmasalar diyorum…

Hoş “Bizden önce buz dolabı mı vardı?” dediydi biri…

Ciddiye alsak, yazı bitmez…

Yüce Atatürk’ü, bu cevherleri ülkeye kazandıranları saygıyla anıyorum.

Bir de 1935 ten 2021’e nasıl bu kadar gerilediğimiz geliyor aklıma…

Eller gider Mersin’e biz gideriz tersine misali…

xxx

İZOBDER

Pandemi insanların ticari hayatını da ezdi geçti.

Gözümüz kulağımız aşıda, hapta…

Birbiri ardına intiharlar izliyor, üzülüyoruz.

Daha önce defalarca dile getirdiğim bir sektör daha var.

Ben diyeyim eğlence sektörü, öbürü desin düğüncüler, beriki desin organizasyoncular…

Bakınız binlerce, yüz binlerce insandan bahsediyorum.

Bir düğün deyip geçmeyin… Kuyumcusundan,  müzisyenine, fotoğrafçısından, iç çamaşırcısına kadar çok çok geniş bir sektör.

Şu sıralar dillenen, restoranlar, kafeler…

Öcü yerine konan bu eğlence sektörü, ardı arkasına iflas ve icralarla uğraşıyor.

Sektörün temsilcileri, son bir çaba içerisindeler.

Amaç, seslerini duyurmak…

Çarşamba günü Ticaret Odası Meclis Salonu'nda, Türkiye’nin dört bir yanından, bu sektörün mağdurları  toplanacak.

Toplantının ev sahipliğini de İzmir Organizasyon Bileşenleri Derneği (İZOBDER) yapıyor.

Sevgili Adnan Bulu başkanlığında örgütlenen organizasyon bileşenleri, tüm Türkiye’deki mağdur derneklerle birleşip federasyonlaşma hazırlığında.

Yeter ki sesleri çıksın… Feryatları duyulsun…

Bu satırlara sığdırmak gerçekten zor ama, böyle giderse, intiharlar, yıkılan yuvalar ve bir çok hüzünlü dram kapıda…

xxx

Ooo gelişme var…

Kentte olacak sert hava durumlarını, uyarıları, “İzmir’de çevirme radar”dan izleyip duruyorduk…

Bu kadar medya kuruluşu, bu kadar takipçili devlet kurumları varken, bir anda haber verme makamı olduydu.

Neyse ki geçtiğimiz hafta, bu eksiklik giderildi.

İlçe belediyeleri, büyükşehir, valilik, uyarı bültenleri geçtiler.

Sağ olsun, bir kısım medyamız da kullandı…

Demek ki neymiş,

Çalışan kazanır elması kızarır…

xxx

DELİ ZİYA  

“İnşaattan kuma atlayan nesil bittiğinden beri, bi adım öte gidemiyoz birader.”