İki kez (birisi Cumhuriyet’te, öteki Türk Dili Dergisi’nde) yayımladığım aynı yazımın başlığı şuydu: “Aydın, sözlük kullanan insandır”. Daha sonra bu yazıdan birçok kez söz ettim, oraya göndermede bulundum. Aynı şeyi 9 Eylül’de de yaptım. Bu başlık, aynı yazının en yoğun özetidir. Sanırım bunu fazla umursayan çıkmıyor. Kimileri de abartılı bulmuştur.
Öyle olmadığını şu tarihsel gerçek ortaya koyar: Fransız aydınlanması yönünde ilk somut ve bilimsel çalışmalardan birisi (birincisi de denilebilir) ünlü Ansiklopedi’dir. Dev bir kavramlar sözlüğüdür bu.
Günümüzde de her türlü bilgiyi aktarma aracı olan dilin kendisinin de en yetkin bir bilimsel dizge sunduğu ortaya konulmuştur.
Gelelim başlıktaki iki sözcüğe: “Bilinç” çok sık kullanılan bir sözcük olmasına karşılık, “bili” için aynı şey söylenemez. Birçokları onda bir yazım yanlışı görebilir; örneğin, “bilinç”in yanlış yazılmış biçimi sanabilir.
“Bili”yle hiç karşılaşmamış olabilir insan, çünkü kullanımı çok sık ve yaygın değildir. Türkçeyi özleştirenlerin “bil-“ kökünden türettiği bir sözcüktür ve çok da yeni sayılmaz. Örneğin kapatılan Türk Dil Kurumu’nun 1983 yılında çıkan 7. baskısında şu iki tanım veriliyor: “Bili”: Bilgi, (…) malumat”. Bunun olumsuzu “bilisiz” de “öğrenim görmemiş. Cahil” biçiminde tanımlanıyor. Açıkçası “bilisiz”. “kör cahil” demektir. “Bilinç” sözcüğüne gelince, sanırım onu okuryazar hemen herkes “sağlıklı bilme yetisi^” olarak bilir:.
Aynı kökten türedikleri (türevdeş) ve yakın anlamlı olduklarından birbirine karıştırılabilecek olan “bilisiz” ile “bilinçsiz” sözcükleri arasında şu ayrım var: Birincisi, doğuş sonrası bilgi edinim eksikliğiyle ilgilidir; oysa “bilinç”, insan türüne özgü doğuştan gelen bir yetidir. Kimi özel koşullardan dolayı, ölçüsü ve etkinliği insandan insana değişebilir. Kısacası bilinç bir nicelikten çok, bilme ve ayırt etme yatkınlığıdır. Bunun hayvan türündeki karşılığı “içgüdü”dür. Elbette ki edinilmiş bilgiler bilisizliği azaltır, bilinci daha işlek kılar.
Her neyse… Burada amacım salt iki sözcük üstünde sıradan bir düzeltme yapmaktan çok, aydınlarımızın ya da kendini o sınıfa kolanların dili kullanma biçimine yöneliktir. Şöyle ki birçok devrimlerimizden birisi, bana göre en önemlisi dil devrimidir. Gelmiş geçmiş dil devrimcilerimiz de Türkçenin öz yapısına uygun nice yeni sözcükler üretmiş, kullanım dışında kalanlarını da, işleyen sözcük dağarcığımıza katmışlardır: Gündelik (el altı) sözlükler dışında, cilt cilt tarama ve özel alan sözlükleri, herhalde yok pahasına Seka’ya satılmak için üretilmemiştir. Kaldı ki “Seka” diye bir şey de kalmadı.
Dil devrimi kapsamında yapılan bu başarılı çalışmalar birçok ileri ulusların ilgisini çekmiştir. Dahası kimileri aynı şeylerin kendi dillerine de uygulanmasını istemiştir (Bunun örneklerini başka yayınlarda ve buradaki yazılarımda vermişimdir).
Tüm Cumhuriyet devrimlerimizle birlikte, dil devriminden yana olanların, bu alanda kazanılmış dil öğelerinin önemini umursamıyor olmaları tam bir çelişkidir. Kullanılmayan her şey gibi, onlar da zamanla yok olur çünkü. Ne yazık ki öyle de oluyor.
Kuşkusuz ille de her sözcüğün bilinmesi diye bir şey olamaz. Sözünü ettiğim tarama ve özel alan sözlüklerini edinmek de herkes için gerekli olmayabilir. Onlar daha çok araştırmacılar içindir. Benim yakındığım ilgisizlik, bilinmeyen bir öğeyle karşılaşıldığında, onu yanlış saymadan önce, birazcık zahmet edip sözlüğe bakmayı düşünmeyenlerin edilgin tutumudur. Bu yazıyı da şu ya da bu sözcük üstüne, şu ya da bu kişiyi eleştirmek için yazmadım.
Böyle bir umursamazlık alabildiğine yaygındır da ondan.