Mine G.Kırıkkanat’ın “Yaşam savaşında her birimiz, içimizdeki barut kadar yer yaktık, her şeyin bir bedeli var” sloganıyla yazdığı kitap;

Cec48C6B 42E2 49Cc 82B6 370A46057E19

B A R U T

-Kırıkkanat, anılarında “yaşamının 1968’den 81’e ilk perdesinden bilinen, yanlış bilinen, bilinmeyen, tahmin edilen, her şeyi tüm açıklığıyla yazıya döküyor.”

“BARUT”,
Gazeteci Yazar Mine G.Kırıkkanat’ın Kırmızı Kedi’den raflara çıkmış “anı” türü son kitabı. Birbirinden ilginç oldukça çarpıcı yaşadıkları var 312 sayfalık kitapta.
Türkiye'nin yakın tarihine tanıklık eden yaşam öyküsünü de tüm içtenliğiyle okurla paylaşmış yazar.
Kitabın neredeyse yarısı üç yıl süren inişli çıkışlı dönemin ünlü kalem erbabı Çetin Altan’a ayrılmış.
68 Kuşağı var, Yaşar Kemal,Melih Cevdet Anday, Hıfzı Topuz, Mümtaz Soysal var, gençlik önderi Harun Karadeniz, Tiyatrocu Erol Günaydın, nasıl Türkiye’nin ilk tv sunucusu olduğu, ana okulu öğretmenliği, Tarık Dursun K., Çelik Gülersoy, İlhan Selçuk, Turhan Selçuk, Yalçın Pekşen, Ali Sirmen, Çetin Emeç var.
Çarşaf Dergisi, Cumhuriyet, Radikal, Milliyet Gazetesi var…
Melih Aşık Ustamızın ifadesiyle, “yazarlık serüvenini biriktiren ‘barutun’ nasıl dolduğunu” anlatıyor Kırıkkanat…

9Fa79A31 7F33 43Bc Bfee D201D89Aafad

**

BARUT'un önsözünden bir bölüm:
”…İnsan, taşları birbirine sürterek kıvılcım çaktırdı, yeryüzünde ateş yakmayı öğrendi.
Yakıcı ve yaratıcı, ölürken can veren yeni analığını bulmuştu.
Yaratan tanrıya Güneş, yarattığı tanrıcığa Ateş dedi.
Her ikisine de tapındı.
Ateş güç demekti, üstünlük, zafer ya da başarı demekti.
İnsan yarattığı tanrıcığı büyütmeyi, Güneş’in yakıcı gücüne biraz olsun yaklaşmayı hayal etti.
On binlerce yıl onun küllerini, varlığına can veren taşı toprağı eşeleyip durdu.
Ancak iki yüz yıl önce, 1800’lerin ikinci yarısında odun kömürü, güherçile ve kükürtü karıştırarak ateşin gücünü biriktirmek, yanında taşımak ve gerektiğinde kullanmak için ilk teknolojik sistemi kurdu; Barut’u buldu.
Barut bilgiydi, bilimdi. İnsanı küllerinden doğduğu ateşe ait kıldı. Bazen savunma, bazen saldırıya yaradı.
Yaşam savaşında her birimiz, içimizdeki barut kadar yer yaktık.”

Ede5F5Ab F66E 449D 8C98 2C495Aad6456

**

Girişte de yazdık ya, kitapta Mine G.Kırıkkanat ile dönemin yazarlarından Çetin Altan ile beraberliğine geniş yer vermiş.
En ilgi çekici bölümler de Çetin Altan ile Melih Cevdet Anday’ın kavgası, ayrıca Altan'ın Yaşar Kemal’i ihbar etmesi…
İki ünlü yazarın kavgasının yıllarca "Mine G.Kırıkkanat’ın yüzünden çıktığı" iddia edilirdi.
KIrıkkanat doğruyu bakın nasıl anlatıyor(özetle):
“Yıl 1979.
Hıfzı Topuz’un Paris’teki evinde dördümüz yemek yedik.
İki ünlü kalemşor birbirlerine övgüler düzüyordu.
Saatler sonra uykumuz geldi Topuz odasına çekildi, ben de salondaki kanepeye yattım.
Uykuya daldığımda Anday, Altan’a ‘Sen Türkiye’nin en büyük yazarısın’ diyordu, Çetin de ona ‘Sen Türkiye’nin en büyük şairisin’.
Bendeniz içkiden çok lâf sarhoşu olarak sızdım.
Boğuk bir gürürltüyle uyandığımda gözlerime inanamadım.
Masada sulh içinde bıraktığım Çetin Altan ve Melih Cevdet birbirlerinin boğazına yapışmış, yerde
yuvarlanıyorlardı!
Bir ara Anday, Çetin’i altına aldı boğazını sıkıyordu. Mutfağa gidip bir tencereyi suyla doldurdum, gelip üzerlerine boşalttım.
İki devi ayıramayınca da Hıfzı Topuz’u uyandırdım.
O, kavgalarını ayırmayı başardı.
Kavganın sebebi;
Melih Cevdet‘in daha sonra ikinci eşi olacak Suna Hanım’a Çetin’in asılmasıymış!
Ama ihale bana kaldı. Edebi ve medyatik çevremize yıllarca benim için değil Suna için kavga ettiklerini anlatsam da kimseyi inandıramadım…”

3231Abc1 7Df8 4Fd0 B47B 9F144E185Dba

**

Mine G.Kırıkkanat, Çetin Altan’ın, Yaşar Kemal’i "kıskandığı için" Sıkıyönetim Komutanı Necdet Üruğ’a ihbar ettiğini de şöyle aktarıyor 262 sayfadan itibaren;
“Çetin Altan siyah-beyaz bir adam değildi.
Ne siyahtı ne beyaz; griydi.
Ve o gri tonlarında beyazdan çok siyaha yakın bir adamdı.
Hem yaptığı iyilikler vardır insanlara ama yaptığı kötülükler de vardır.
Bir de tutarsızlıklar vardır.
Çetin'den kopmamın en önemli nedenlerinden birisi bu olaydır.
Çetin Altan bir İsrail yolculuğu sonrası ‘Nobel'i ben almalıyım’ diye Türkiye’ye döndü.
Orada aslında eski İsrail Başbakanı Begin'le ne konuştuklarını bilmiyorum. Bir tek bana söylüyor, ortalığa söylemiyor bunu. Belki çocuklarına da söylemiştir.
O konuşmasından bir süre sonra Milliyet'te yazmaya başladı.
Milliyet'e yazdığı için yeniden resmi davetlere katılmaya başladı.
O davetlerden ilki 29 Ekim 1979'daydı. Sıkıyönetim altındaki İstanbul'da, vilayette oldu.
İşte o sırada Çetin Altan’la gittik.
Çetin , dönemin İstanbul Valisi Orhan Erbuğ ile Sıkıyönetim Komutanı Necdet Üruğ’a ‘Yaşar Kemal’e dikkat edin, vatan hainidir!
Nobel’i alabilmek için Kürt milliyetçiliği yapıyor. Türkiye’nin başına iş açar. Devletin Yaşar’a engel olması lazım.’ dedi.
Erbuğ ve Üruğ şaşkınlıkla sustular.
Donakalmış, çok utanmıştım.
Çetin Altan’ın imgesine hiç yakışmayan büyük bir ayıp yaptığını algılamıştım.”

Cec48C6B 42E2 49Cc 82B6 370A46057E19

**

Kırıkkkanat, kitabını;
“Atilla Köprülüoğlu’na-Bir Yaşam Bir Bedel, Temmuz 2025” yazarak imzalı göndermiş, sağ olsun. İnanın bir gecede okudum.
Verdiği röportajlarda da anı dizisinin üç cilt olacağını dillendirmiş bu arada; “Hayat bir kavga.
Hatta bir savaş.
Savaşta mutlaka silahlar kullanmak gerekiyor.
Benim silahım da kalem. Bilgi, tecrübe, acılar, sevinçler, başarılar ve hayal kırıklıklarıyla o silaha nasıl bir mermi hazırlandığını anlatıyorum bu kitapta.
Elbette adı da doğal olarak ‘BARUT’ oldu.
Barutum hazır.
Barutumun nasıl dolduğunun kitabı bu. İkinci ciltte zaten ateş başlayacak, savaş başlayacak.
O kadar çok yaşamışım ki, kedilerin dokuz hayatı var derler ya, herhalde ben de bir kediydim bir zamanlar. Dokuzdan fazla hatta hayatım olduğu söylenebilir.
Birinci cilt barutu doldurduk.
İkinci ciltte ateş edeceğiz. Üçüncü ciltte tabii ki kül olacağız.
Çünkü her şeyin sonu küldür.”